• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Siyah Kurdele                                      
Üyelik Girişi
Facebook - Twitter
 Instagram
Kategori ve Sayfalar
Namaz Vakitleri
Küçük Avcı

Yıldırım İnşaat
Elal Ajans
 
Reklam Alanları

Faydalı Linkler
Günün Sözü
Tarihte Bugün

Tarihte Bugün v.7.0
Site Haritası
sanalbasin.com üyesidir

BBP Genel Başkanı Yaşar Topçu 2010 yılını değerlendirdi

Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel merkezi tarafından yapılan yazılı açıklamada BBP Genel Başkanı Yaşar Topçu'nun 2010 yılı değerlendirmelerine yer verildi. Topçu'nun 2010 yılı değerlendirmesi ;

"

Ekonomi

 

Körün fili tarifi gibi, herkesin neresinden baktığı ve neresinden tuttuğu belli olmayan, masanın öbür tarafındakilerin yap-boz hamuru gibi rakamlarla ve göstergelerle oynayıp pembe tablolarla milletin önüne sunduğu bir ekonomik durumumuz var…

Ama güneşin balçıkla sıvanamadığı gibi pembe tablolar ardında saklanamayacak gerçeklerde var… 2002’den itibaren başlayan bir sürecin neticesinde, Türkiye ekonomisinin, tüketerek ve borçlanarak büyüyen hormonlu bir ekonomi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yüksek reel faiz, ucuz döviz, aşırı değerli Türk Lirası politikası ile sıcak para cennetine dönüşen ekonomideki sanal baharın artık sonuna gelinmiştir. Son 8 yıldır Cumhuriyet tarihinin rekorlarını alt üst edecek şekilde cari açık veriyoruz.

Toplam gayrı safi milli hâsılası ile dünyada 17nci büyük ekonomiyiz diyorlar. Ama kişi başına düşen milli gelirde dünyada ancak 59ncu sırada yer alabiliyoruz.

Türkiye imalat yerine ithalatı, üretim yerine tüketimi, tasarruf yerine borçlanmayı koymuş, bir yarı-sömürge ekonomisi haline gelmiş durumda… İmalat çöküyor, ihracat ithalatın %57’sini ancak karşılıyor, Her şeyin ithalatı, imalattan daha ucuza geliyor.Vahşi kapitalizmin açgözlü, uluslararası para tacirlerinin cirit attığı, manüplasyon yaptığı, sahipsiz bir ülke görünümünden çıkamıyoruz…

Gerçek işsizlik rakamları %20lere ulaştı. İşsizlik meselesi sadece rakamlarla, yüzdelerle ifade edilemez… İşsizliğin insana topluma olan sosyal maliyetini bu ülkeyi yönetenler yeterince algılayamıyorlar… Karşılıksız çek ve protesto olan senet miktarlarındaki vahim artışlar, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlerin sayısındaki anormal artışlar, cinnetler, yıkılan yuvalar, rekor seviyede artan boşanmalar işsizliğe yol açan ekonomi politikalarının kaçınılmaz sonuçları maalesef… İstihdamsız büyümeye, üretmeden tüketmeye, tasarruf etmeden borçlanmaya teşvik ve mecbur eden bir sistem ile işsizlik azaltılamaz.

Türkiye, yurtiçi tasarrufların Gayrisafi Yurt İçi Hâsıla’ya oranı bakımından 32 ülke arasında sondan altıncı sırada yer alıyor. Oysa büyümenin iç dinamiklerle finanse edilebilir ve sürdürülebilir olması için Türkiye’nin sermaye birikimi yaratması gerekiyor. Ama bu çok temel ve hayati konu hiçbir kurum ve hiçbir yönetici için hiçbir zaman gündem olmuyor... Hep bu temel konunun bizi raşitik halde tutan etkileri etrafında dönüp dolanıyor ve bol bol da kendimizi avutuyoruz.

Bugün yabancı sermayenin bankalardaki payı rahatlıkla yüzde 50'nin üzerine çıkıyor… Bankacılık sektörü diğer sektörlere benzemez. Bankacılık sektörü ülkenin birikimlerini bünyesinde barındırır. Ülke birikimlerinin yabancıların elinde olması, telafisi mümkün olmayan sıkıntılar yaratır. Gelişmiş ülkeler, bankacılığın kendi ulusal sermayelerinin elinde kalması için uğraş veriyor. Hiçbir gelişmiş ülkede yabancı banka payının yüzde 20’yi geçtiğini göremezsiniz.

"Türkiye’ye yabancı para sokmayalım, yabancı sermaye kötüdür" anlayışına sahip değiliz. Ama buradan da bir gerçeğin ve tehlikenin altını önemle çiziyoruz: Türk ekonomisinin son savunma mevzilerinden olan kamu bankalarının ve enerji dağıtım kurumlarının özelleştirilmesi engellenmelidir. Bunlar dümeni kırılmış, halatları kopmuş “Türkiye Gemisinin”, fırtınada biraz olsun manevra kabiliyeti veren son yelken parçalarıdır. Bu stratejik ve sürekli kar eden kurumlar; üretime ve istihdama katkıda bulunmayan hazıra konan, haraç mezat mal peşinde koşan yabancı sermayeye peşkeş çekilirse ve kurban edilirse vay halimize!

Kaynağı ve sahibi meçhul / bilinmeyen para giriş ve çıkışları yeniden hız kazanmış görünüyor. 2010 yılının ilk 10 ayında ülkeye giren bu tür para toplam 4 milyar doları aşmış vaziyette. Sadece 2010 Ekim ayında net hata ve noksan kaleminde 1.2 milyar dolarlık bir giriş görünüyor. Ne ekonomi yönetimi, ne TC Merkez Bankası bu para girişlerinin makul ve mantıklı bir açıklamasını yapabilmiş değiller.

TC Merkez Bankası’nın ödemeler dengesi bilançosunda yayınlanan verilere göre, ne ihracat, ne müteahhitlik geliri; ne kredi ne de mevduat olarak giriş yapmayan, ama bilançonun “net hata noksan” kaleminde yer alan bu paralar dikkat çekiyor.

Bu paraların kirli ve kara para olma ihtimali oldukça yüksektir. Yabancı servislerin yönlendirdiği ve ekonomiyi manüple etmek, mevcut iktidarı yüzdürmek, rahat ettirmek ve / veya zamanı geldiğinde çıkış yaparak köşeye sıkıştırıp, dalgalanma yaratmak için giren dövizler de olabilir. Paranın kaynağı, sahibi, amacı bilinmediği ve şeffaf olmadığı sürece bu tür ihtimallerin güçlü olarak akla gelmesi kaçınılmazdır.

Üretim yerine sıcak parayla ithalatı tercih eden, yatırım yerine tüketici kredisi ve kredi kartıyla harcamayı destekleyen, istihdamın yerine işsizliği koyan, bir ekonomik anlayış akla da ekonomiye de, millete de zarar veriyor.

Sıcak paranın ve kaynağı sahibi bilinmeyen kısa vadeli manüplatif döviz hareketlerinin cirit attığı bir ülke ve ekonomi olmaktan bir an önce vazgeçmeliyiz.

Bugün ekonominin çarkları borç yükü ile döndürülmektedir. Günlük yaşantısını sürdürebilme mücadelesi veren vatandaş, her gün daha borçlu hale gelmektedir.

Aynen vatandaşta devlet gibi çarkını borçla döndürmektedir!

Vatandaşın gelir düzeyi, borçlanılan miktar kadar yükseliyor mu? Kesinlikle Hayır… Merkez Bankası verilerine göre 2010 Aralık itibari ile Kredi kartlarına sığınan vatandaşın bugün oluşturduğu toplam borç 42 milyar TL Tüketici kredileri ise 122 milyar TL…

İnsanlar artık çalıştıkları ve elde ettikleri geliri ailelerine çocuklarına harcamaktan öte, öncelikle kredi kartı borçlarına kullanıyorlar. Sadece kendimizi değil çocuklarımızı da borçlandırıyoruz. Yani anlayacağınız bir kuşak sonramız ipotek altına giriyor…

Merhum Necip Fazıl’ın o eşsiz dizeleri geliyor aklımıza: “Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” …Nimet hep bir kesim tarafından paylaşırken, külfet yalnız vatandaşa yükleniyor… İşçiye, memura, emekli ve dar gelirliye verdiğiniz üç kuruşluk maaş zamlarla geri alınıyor… Yani kaşıkla verip kepçeyle geri alıyorlar…

Piyasada inanılmaz bir durgunluk ve nakit para sıkıntısı yaşanıyor. Tüccarımız, esnafımız deyim yerindeyse sinek avlayarak gününü geçiriyor. Hal böyle olunca da; vergisini, kredisini, SSK primini ödeyemiyor ve çareyi işyerini kapatmakta buluyor.

Açlık ve yoksulluk boyutlarının istatistik oyunlarla gizlenemeyecek kadar büyük olduğu bu dönemde, gidişat nasıl bu kadar soğukkanlılıkla tozpembe gösterilebiliyor?

Ülkemiz ciddi bir borç batağı içine girmiş durumda… Türkiye’nin toplam dış borcu bu hükümet iş başına geldiği 2002'de 130 milyar Dolar iken 2010 Ekim sonu itibariyle toplam dış borç tutarı ikiye katlanarak 266 milyar Dolar'a çıktı. Ülkemizin kamu sektörü dış borç stoku ise 2002'de 65 milyar Dolar iken bu rakam 2010 Ekim sonu itibariyle 85 milyar Dolar'a çıktı. İç borç stokumuz 2006'da 251 milyar TL iken Ekim sonu itibariyle bu tutar da 348 milyar TL'ye çıktı.

Vatandaş olarak sürekli kemer sıkıyoruz, ülke olarak sürekli borç ödüyoruz ama diğer yandan üretimi arttırmaksızın borcu yeni borçlarla kapatmaya çalıştığımız için borçlarımız sürekli artıyor. Şimdi bazıları Türkiye'de sorunun sermaye yetersizliği olduğunu iddia etmektedir… Sorun, küçük bir grubun elinde bulunan sermayenin iktisadi kalkınma için harcanmamasıdır.

Bunca yıldır kalkınmak için, kemerlerin sıkılmasından söz edildi. Kardeşim! Bu ülke insanı, yüzyıldır kemerlerini sıkıyor. Ama ne oluyor? Kemerlerin sıkılmasından elde edilen iktisadi kaynak, gelir dağılımındaki adaletsizliğin mağduru olmayan mutlu azınlığa aktarılıyor… Yani belli bir mutlu ve zengin azınlık, milli gelirin yarısından fazlasını ele geçiriyor.

Türkiye bugün, meşhur hükümet deviren, başbakanın önüne yazar kasa attıran 2001 para krizi devresi ve şartları ile aynı durumdadır. Halkın refah seviyesinde herhangi bir iyileşme yaşanmamıştır. Hazine, daha ağır borçlu durumdadır… Cari açık daha yüksektir. İşsizlik artmaktadır. Gelir dağılımı daha bozuktur. Ekonomimiz yabancılaştırılmıştır. En önemlisi ülkemiz insanı karamsardır.

Kısaca iktisadi idaremizin yol haritalarının başkalarının elindedir…

Türk ekonomisi, yüksek faizlerle geri ödediği borçlar ve sıcak para ile yaşayan bir “bağımlıya” dönüştürülmüştür. Bir “bağımlı” nasıl tedavi edilirse, Büyük Birlik Partisi’de iktidara geldiğinde Türk ekonomisini aynı şekilde tedavi edecektir…

Geç kalmadan yapılacak şey,

Ucuz döviz ateşini besleyen sıcak para girişini caydırmaktır. Bunun için de reel faizler mutlaka düşürülmelidir.

Cari açığı büyüten gereksiz ithalat frenlenmelidir.

Kur gerçekçi düzeye taşınarak yerli girdiye dayanan ihracat teşvik edilmelidir.

Sanayi yeniden korunup, istihdam yaratması şartıyla, iç pazarla desteklenmelidir. .

İç ve dış borçların takvimi yeniden düzenlenmelidir.

Yatırım, Üretim ve istihdamın önünü tıkayan şu andaki vergi sistemi, Ciddi ve adil bir vergi reformu ile yeniden yapılandırılmalıdır...

Ülkenin kanayan başka bir yarası haline gelen ve iktidarın bu konuda beklentileri karşılayamadığı bir alanda tarımdır. Nüfusumuzun yaklaşık %25’ini oluşturan çiftçi ve kırsal kesimin sorunları giderek ağırlaşıyor. Bundan 10 sene öncesine kadar Tarımda kendi kendine yetebilen az sayıda ülkeden biriyken, bugün tarımda net ithalatçı durumuna dönüştük…

Türkiye bugün şeker pancarı, patates ve nohut dışında kendi kendine yeten bir tarımsal üretim yapamıyor maalesef. Buğdayda dahi ithalatçı olmuş durumdayız. Pamuk’ta dünyanın en geniş ve verimli ekim alanlarına sahip olan Türkiye, dünyanın 2nci büyük pamuk ithalatçısı haline gelmiş durumda. Sadece 2009 yılında pamuk ithalatı 1 milyar doları aşmış vaziyette.

Tarıma üvey evlat muamelesi yapanlar, tarıma ve çiftçiye şaşı gözle bakanlar, tarımın bugün içine sürüklendiği çıkmaz sokağın da sorumlusudurlar. 2002’den bu yana, Tarım destekleri azaldı… Maliyetler katlanarak arttı, ama ürün alım fiyatları yerinde saydı… Çiftçiler ürününü maliyetin altında satmak zorunda kaldı… Fındık üreticisi, pamuk üreticisi, çeltikçi, buğday üreticisi yani çiftçimiz borçlarını ödeyemedi. Tarlası, bağı, bahçesi, evi hacizlik oldu ve elinden alındı.

Büyük Birlik Partisi İktidarında Türk tarımını ve Çiftçisini Doğru politikalarla ihya edeceğiz…

İlk başta IMF ve Dünya Bankası dayatmasıyla Tarım ürünlerine getirilen sınırlamaları tamamen ortadan kaldıracağız…

Yerli üretimin arttırılmasını teşvik edeceğiz… Maliyet düşürücü, verim ve rekabet düzeyini artıran politikaları hayata geçireceğiz. Bu çerçevede, kâğıt üstünde değil, peşkeş çekerek değil, gerçekten tatbik edilebilen toprak reformunu hayata geçireceğiz…

Sulama yatırımlarına hız vereceğiz… Başta tohum olmak üzere bitkisel ve hayvansal üretim araçlarını, kullanılması gereken gübre ve tarımsal ilacını, tarım alet ve makinelerini, ülke içinde üretip, zamanında ve uygun fiyatla üreticiye ulaştıran, bir tarımsal girdi politikası izleyeceğiz..

Ürettiği sürece çiftçiden vergi almayacağız… Çiftçiyi ürün alım garantisiyle destekleyeceğiz…Toprağı olmayan köylüye, üretim yapılması şartıyla toprak vererek üretime katacağız.. Kuraklık, don, sel gibi doğal afetlere karşı, ürün sigorta sistemi getirerek üreticilerin zararlarını karşılayacağız…

Şehirleşmenin tarım arazilerini yok etmesini önleyeceğiz. Tarımsal üretim merkezlerine, ucuz taşıma aracı olan demiryolları bağlantısı kuracağız…

Her türlü dış müdahalelere karşı koyup GAP’a hız vereceğiz

Terör

Terör 2010’un en önemli olayı olma konusunda birinciliği yine diğer gündemlere kaptırmadı. 2010’da ülke gündemini en çok meşgul eden konu “terör olayları” oldu. Yine onlarca şehit cenazesi ardında saf tuttuk.. Yine masum onlarca insanımız hain terörün iğrenç yüzü ile çarşıda pazarda karşı karşıya geldi.. Medya takip raporlarında da toplam 257 bin 55 haber ile yansıma bulan terör olayları, önceki yıla kıyasla yüzde 26 oranında artış gösterdi. Yıl boyunca çeşitli eylemleriyle gündeme gelen PKK terör örgütünün, sürekli hedef değiştirerek gündemde kalması ve işin boyutunu deniz subaylarına saldırmaya kadar yükseltmesi, sıcak gelişmeleri de beraberinde getirdi. Terör örgütünün eylemsizlik kararının ardından, Taksim’de polislere yönelik gerçekleştirilen canlı bomba eylemi ise yılın en çok konuşulan gelişmeleri arasındaydı. Dillere pelesenk edilmiş “Terörle mücadelenin uzun soluklu ve sabır isteyen bir süreç” lafını sık işitir olduk. Aynı sahneleri yaşamaktan moral değerleri dibe vurmuş milletimizin tahammül ve sabır sınırları zorlanmaya başlandı. Milletimiz çözüm beklemektedir.

Bu bağlamda Büyük Birlik Partisi olarak hükümete ve askeri yetkililere sürekli sorduk:“Türk devleti elinde imkânı olduğu halde neleri yapmıyor ya da yapamıyor? Biz bu sorunun cevabını verdik. Daha önce sıkça tekrarladığımız gerek hükümetle gerekse askeri cenahla paylaştığımız çözüm önerilerinin ne kadar gerçekçi ve son çare olduğunu kamuoyu ile her platformda paylaştık.

26 yıllık kanlı terör eylemlerindeki her türlü kışkırtmalara karşılık devletimizin bu soruna teşhis koyup gerekli etkin psişik, sosyal, ekonomik, istihbârî ve inzibatî tedbirleri yeterince almış olduğu kesinlikle söylenemez.

 

Bu cani örgüt 26 yıldır Türkiye’yi ekonomik siyasi ve sosyal güvenlik açısından büyük zafiyetlere uğratmıştır. Bu meseleyi Türkiye çözmek mecburiyetindedir. Yıllardır kullanılan metotlarla ve yaklaşımlarla terörün bitirilmesinin mümkün olmadığını söylüyorum. Çete faaliyetlerine ve gizli örgütsel terör eylemlerine karşı, düzenli ordularla açık mücadele stratejileriyle netice almak mümkün değildir.

Terör örgütü, vur-kaç taktikleri ile korku, panik ve dehşet yaratarak sansasyonel eylemlerle zarar vermekte ve sesini duyurmaktadır. Bu itibarla; uzun süre uykuda kalan, fırsat bulunca terör eylemi yapan, hücreler halinde şehir ve kırsalda faaliyet gösteren, gündüz tarlada çiftçi ve fabrikada işçi olup gece mayın döşeyen bir oluşuma karşı mücadele; istihbarat, takip, tespit ve elebaşlarını imha görevi yapacak, inisiyatif alabilecek ve koyabilecek iyi yetiştirilmiş personelle yapılmalıdır. Bunun adına “Mobil Birlikler” diyoruz. Çok iyi yetiştirilmiş asker ve emniyet personelinden müteşekkil olacak tamamen yasal ve hukuk güvencesinde olacak birimler ihdas edilmeli. Bunlar, terör örgütünün taktik, metot strateji ve eylem niteliklerini bilen, buna göre vatandaştan teröristi ayıracak ve vatandaşa zarar vermeden enterne edecek yeteneklere sahip olacaktır. Sadece militan unsurlarla değil, onlara lojistik destek ve para veren yurt içi ve dışı tüm unsurlarla karşı, öncesi sonrası veya okyanus ötesi diye ayırmadan etkin ve kararlı mücadele edilmeli.

Türkiye’nin bir Kürt unsuru vardır, bu doğrudur; ne var ki, sadece bu unsurun varlığından hareket ederek, bu derece kanlı ve bu derece mukavim bir etnik bölücü terörist hareketin çıkması normal şartlar altında izah edilemez. Türkiye, tarihinde ilk defa ayrılıkçılık ve bölücülük problemi yaşayan bir ülke olmayıp, hatta bu konuda en zengin tarihî tecrübeye de sahip bulunmakla, bu meselenin kökenlerini anlamakta, kavramakta zorlanması akıla ziyan bir zafiyettir.

Meselenin aslı şudur: Türkiye, bu bölgedeki bin yıllık varlığı ile bu bölge üzerinde iddiaları ve çıkarları olan birçok gücü rahatsız etmiştir bugüne kadar ve bugün de etmeye devam etmektedir. Bu tarihî iddialar ve çıkarlardan ileri gelen hesaplaşmaların boyutları ve aldığı neticeler, İmparatorluğumuzun etnisitelerinin nasıl isyanlara sürüklendiği ile belgelenmiştir; nitekim 19’uncu asrın başından itibaren, yabancı güçlerin büyük siyasî, fikrî, lojistik desteği ve finansları ile “başlatılan” etnik isyanlar, İmparatorluğumuzu dışarıdan gelen askerî güçlerden daha fazla yormuştur.

Meselâ, Yunan ayaklanması, Bulgar ayaklanması ve sonra bu ayaklanmaların bastırılamaz hale gelmesi, hepsi üç aşağı beş yukarı bu şekilde başlamış ve bu şekilde sonuç almıştır. İşte Türkiye’nin kendi şahsına münhasır durumu burada açığa çıkmaktadır. Meselâ Fransa’nın, İngiltere’nin, İspanya’nın ve hatta Amerika’nın etnisiteleri ve etnik problemleri vardır; ama bugüne kadar hiçbir yabancı güç bu ülkelerde bu etnisiteler üzerine kışkırtıcı birtakım tezgâhlar kurmamış veya kuramamıştır ve bu sebeple de bu ülkeler kendi etnik problemlerini kendi şartları ile çözmekte veya çözmeye çalışmaktadırlar. Türkiye ise, karışanı, tahrik edeni haddinden fazla olduğu için, bir türlü kendi etnik problemini salim bir şekilde kendi içinde çözebilecek bir halde bulunamamaktadır.

Bölücü terör probleminin ve bizdeki ayrılıkçı hareketlerin arkasında Batının bitmez tükenmez bir hıncı ve kini vardır. Bu gerçeği asla unutmamalıyız.

Bu doğru teşhis, doğru tedaviye götürecektir.

Kısaca söylersek, ilk önce, ayrılıkçı hareketlerin her türlü beslenme kaynağı ve kışkırtıcısı olan dış unsurların etkisizleştirilmesi sağlanmadan bölücü terörist eylemlerin sona erdirilmesi mümkün değildir. Biz başından bu ülkenin elinden zorla herhangi bir şey ve hele toprak alınabileceğine dair en ufak bir umut oluşmasın dedik. Devletin göstereceği bu kesin kararlı, tavizsiz, mutlak caydırıcı tavır olmadan diğer tedbirlerin hiçbirisi bir işe yaramayacağı gibi, tam aksine, bir bumerang şeklinde geriye teperek, “demek ki Türk’ün boğazını sıkınca elinden her şey alınabiliyormuş” gibi bir kışkırtıcı fikir de uyanabilir ve bu da her zaman için terörü besleyen kuvvetli bir damar demektir.

Terör 2010 yılında şiddetin yanında psikolojik savaş yöntemleri ile birlikte siyasallaşmanın kapısını araladı… "Devlet PKK ile anlaştı mı?" Bütün istihbarat, güvenlik ve diplomasi kurumları ile asıl işi terörle mücadele etmek olan bir devlet eşkıya ile masaya oturdu mu tartışmaları da bu yılın önemli hadiselerinden biriydi…

ERGENEKON DAVASI

2010’un en önemli olaylarının başında gelen, Paramiliter ve kriminal bir örgütlenme yapısı ile bir cunta hazırlığının bağlantılarını araştırma ve mücadele sürecini başlatan Ümraniye Soruşturması (Ergenekon davası); yarattığı travmaları ve hukuki tartışmaları ve adına maksatlı bir şekilde Türk tarihinde önemli olan Ergenekon isminin verilmesini bir yana koyarsak, gerek kapsamı gerekse kazandırdığı yeni siyasi boyutu ile Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktası oldu. Büyük Birlik Partisiolarak her türlü çeteleşmeye, cunta ve darbe girişimlerine karşı olduğumuzu deklare ettik… Egemenlik millete dayanmadıkça meşru değildir dedik. Devam eden davanın, hukukun üstünlüğü anlayışı içerisinde, hiçbir hususi kaygıya kapılmadan sürdürülmesini ve dava sürecinin sulandırılmamasını magazine alet edilmemesini istedik.. Ayrıca bu davanın bir kin ve intikam fırsatı olarak kullanılmamasını, kime ve nereye kadar dokunuyor ve uzanıyorsa oraya kadar gidilmesini önemle vurguladık. Ve dedik ki “iktidar” bu işte savcılık yapmasın. “Muhalefet” de avukatlık yapmasın. Şimdi iktidar ve muhalefetin bu dava üzerinden kayıkçı kavgasını ibretle seyrediyoruz. Ne yazık ki bu dava, demokrasi ve millet iradesinin egemen olması ile ilgili sonuç vereceği kuşkuludur.

 

İSRAİLİ’İN OECD ÜYELİĞİNE KABULÜNDE TÜRKİYE’NİN SESSİZ KALIŞI 12 MAYIS 2010

Her türlü sabıkasına rağmen Dünyada meşruiyet kazanmak uğraşısı veren İsrail’in, OECD’ye üyelik başvurusu Mayıs ayı içinde karara bağlandı. Veto hakkını elinde tutan aynı zamanda kurucu üye olan Türkiye gereğini yapmadı, İsrail’in OECD’ye girişine engel olmadı.

 

Bu süreç iktidar ve BBP dışındaki muhalefet partileri tarafından sessiz sedasız geçiştirildi. Kamuoyu gündeminden uzak tutuldu… Türkiye’nin “One Minute” duyarlılığını bu kez bir daha OECD kapısında bekleyen İsrail’e karşı gösterip İsrail Veto etmesi gerektiği konusundaki çıkışımız haklılığımız ortaya çıktı…

20.yüzyılda kendilerine yapılan muamelelerin aynısını Filistin halkına yapan, toplama kamplarını kuran, 1948'de İngiltere mandasında yola çıkarak, BM ve İngiliz imparatorluğunun da himayesinde "işgalci" statüsüne kavuşan, "yaşam alanı" bahanesiyle Ortadoğu’da yayılmacılık ve işgal faaliyetlerini sürdüren, Siyonizm emelleri nedeniyle, kurulduğunda bugüne ‘kural tanımaz’ uygulamaların merkezi olan, Gazze şeridine Berlin duvarı tarzı yapı çalışmasına başlamış, dünya devletlerinin ikiyüzlülüklerini sergilemelerine vesile olan İsrail; OECD’ye üye ülke olmak için hangi kriterleri yerine getirmiştir!?

 

Örgüte üye olan ülkelerin demokrasi, insan hakları ve yurttaş özgürlüğüne bağlı olması şartı koşuluyor. İsrail’in bu şartı sürekli ihlal ettiği gerçeği ortada apaçık dururken, Türkiye İsrail’in OECD’ye girişine; barış adına, istikrar adına ve insanlık adına mani olmalıydı…

Bunu yapmadı. Terörist devlet İsrail’in 31 Mayıs da Mavi Marmara’ya insanlık dışı muamelesine maruz kaldı…!

 

İSRAİL TERÖRÜ ve MAVİ MARMARA SALDIRISI

İHH İnsani Yardım Vakfı’nın Gazzeliler için hazırladığı yardım gemilerinin İsrailli askerler tarafından saldırıya uğraması 2010’un en mühim hadiselerinden biridir.

İsrail terör devleti olduğunu yaptığı son askeri müdahaleyle bir kez daha göstermiştir. Tamamen insani yardım amacıyla Gazze’ye giden gemilere ve bunlarda bulunan masum sivillere karşı İsrail’in askeri müdahale etmesi ve 9 kişinin şehit edilmesi onlarca aktivistin yaralanması yüreklerimizi dağlamıştır.

 

İsrail’in şiddet ve nefretle kınadığımız bu saldırısı esasında bütün insanlığa açtığı bir savaştır. İnsanlık vicdanına karşı açılmış bir savaştır. Bu masumlar insanlık vicdanını harekete geçirmek için kendi canlarını feda etmişlerdir. İnsanlık için bir araya gelen bu küçük topluluk, kahramanca ve asil bir davranış göstererek insanlık adına insanlık tarihine geçecek onurlu bir mücadele göstermişlerdir.

Nemrut’un ateşine su taşıyan karıncalar gibi, İsrail’in vahşetine ve yıllardır bölgeyi yakıp yıkan terör ateşine bir damla su dökmek için canlarını feda etmişler ve dünya kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmışlardır.

Had bilmez, hukuk tanımaz, her işinde ancak terör devletlerinin yöntemi olacak bir şekilde hareket eden İsrail’e artık dur denmesi gerekmektedir. Gazze, İsrail toprağı değildir. Gazze’yi işgal etmişlerdir. İsrail, burayı kendi toprağı gibi görüp, kendi uluslararası sularının güvenliğini sağlama bahanesine sığınma gibi bir hakkı yoktur. İsrail uluslar arası hukuku ihlal etmiş, dünyaya racon kesmiştir. Bu dakikadan soanra medeni dünyanın yapacağı iş, İsrail’e haddini bildirmektir. İsrail’i dünya kamuoyunda yalnızlaştırmak, dışlamak ve cezalandırmak insanlığın barış ve huzuru için şarttır.

 

İsrail’in yaptığı yanına kar kalmamalıdır. İsrail’i şiddetle kınadığımızı belirtiyoruz. Elçiye zeval gelmez şiarına uymayan İsrail’i şiddet ve nefret duyguları içinde kınarken bizlerin millet olarak asaletimize yakışır şekilde davranacağımız bilinmelidir. Bizim muhatabımız terörist korsan devlet olan İsrail’dir. Nefretle kınadığımız İsrail devletidir.

REFERANDUM

2010 yılında Türkiye tarihinde 6.kez bir referanduma gitti. Referandumda Kuruluşunun temelinde Milli İradeye kuşkulu yaklaşanların yaşattığı mağduriyetlere tepki yatan ve sivil inisiyatifi bayraklaştıran Büyük Birlik Partisi; milletine yaslanarak, milletinin temel hak ve özgürlüklerinin savunucusu olmaya devam etti, referandumda ‘ülkenin mukadderatına sahip çıkmak’ adına “EVET” dedi...

Aziz Milletimizin çoğunluğu tercihini bu yönde kullandı ve Anayasa Değişiklik Paketine referandumda “EVET” dedi...

Vatandaşlarımızın ihtiyaç ve isteklerinin karşılanmasını hedefleyen bir vizyon kapsamında bu ülkede yaşayan insanların “her şeyin en iyisini hak ettiğine” inanan, siyaseti meslek algısıyla yapmayan Büyük Birlik Partisi, geleneksel ideolojilere hapsolmak yerine, her türlü mağduriyet alanı için uzlaştırıcı ve ikna edici çözümler üretmeye gayret etti. Bu toprağın tarihine, halkına, bu halkın imanına, kültürüne, kimliğine, temel hak ve hürriyetlerine sahip çıktı...

Bir sonraki aşama olan mevcut anayasanın tümden değiştirilmesi sürecine bir an evvel girilmelidir. Büyük Birlik Partisi bugünden sonra mevcut anayasanın komple değiştirilme sürecinde de referandum sürecinde olduğu gibi etkin bir rol oynayacaktır.

— Millî iradeye hiçbir şekilde engel olmayan ve ipotek koydurtmayan,

— Onun üstünde veya yanında, hariçte ve/veya dahilde herhangi bir merci ve ortak kabul etmeyen;

— Türkiye’nin ülkesi ve milleti ile bölünmez mutlak bütünlüğünü tavizsiz kabul eden,

— Tam bağımsızlığını ve egemenliğini her türlü tartışmanın dışında bırakan, kuvvetler ayrılığı prensibini ve parlamentarizmi temel ilke alan,

— Vatandaş-merkezli, âmir devlet değil hâdim, sosyal hukuk devleti anlayışı ve pratiğine sahip anayasa olması kaçınılmazdır.

Yeni Anayasanın yapım süresi, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerin sürece yapıcı katkı sağlamalarına imkân verecek kadar uzun ve şeffaf; ancak süreci rayından çıkartmaya veya zamana yayarak sonuçsuz bırakmaya çalışanları önleyecek kadar da düzenli ve kısa olmalıdır. Bu sürede çalışmalara iyi niyetle katkı sağlamaya çalışan her kesimin (terör örgütü uzantısı parti hariç) görüşünden samimiyetle istifade edilmeye azami gayret gösterilmelidir.

Çünkü yeni anayasanın herkesin içtenlikte saygı duyduğu toplumsal bir uzlaşma belgesi olabilmesi için, buna ihtiyaç vardır.

PAKİSTAN'DA Kİ SEL FELAKETİ

2010 yılının en dramatik ve trajik olaylarından biri de şüphesiz Pakistan’da meydana gelen sel felaketiydi. Nuh tufanını andıran bir kuvvetle yağan yağmurlar Pakistan’ın Pencap bölgesini sular altında bıraktı. İkibin kadar insan ölürken, binlercesi kayboldu, onbinlercesi de evsiz kaldı. Bu olayın tek iyi yanı ise Anadolu insanı olarak yine mağdurun yanında olmamızdı.

 

Büyük Birlik Partisi Pakistan’da yaşanan bu felaketin yaralarını sarmak için ciddi çabalar sarf etmiştir. Hala sarf etmeye devam etmektedir…

Kurban Bayramı'nda 9 kişilik bir heyetle Pakistan'a gittik.

BBP'nin düzenlediği yardım kampanyası ile Pakistanlı selzedeler için 20 haneli 5 köy kurmayı hedefledik. Kurban Bayramında 20 konuttan oluşan 'Muhsin Yazıcıoğlu Köyü'nün anahtar teslim törenini yaptık. Teslim ettiğimiz evler, 65 metrekare, 2 odadan oluşan evlerdi. Bu evlerin bir tanesinin maliyeti 5 bin 500 dolar.

Kurmayı amaçladığımız diğer köylerin isimleri de Mehmet Akif, Ahmet Yesevi, Şeyh Şamil ve Aliya İzzetbegoviç olacak. Aliya İzzetbegoviç köyünün temelini attık ve köyün anahtarlarını nisan ayında teslim etmeyi amaçlıyoruz. Bu köyün mali tutarının yüzde 85'ini topladık.

  

FÜZE SAVUNMA KALKANI PROJESİ

2010 yılının son aylarında gündeme gelen ve muhalefeti ile iktidarı ile yeterince tartışılmadan ve üzerinde durulmadan imzalanan Füze Kalkan Projesi Türkiye’nin çıkar ve maslahatlarına aykırıdır…

Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye’de bu dünyada yerini almaya çalışıyor. Safların yeniden belirlendiği bugünlerde Türkiye; yeni güvenlik mimarisinin bir sıçrama tahtası ve ileri karakolu olarak değil, kendi coğrafyasının ve Avrasya'nın merkez ülkesi olmaya çalışmalı, bu paralelde siyaset üretmelidir.

ABD’nin ve güdümündeki NATO’nun tehdit algılaması ve erken uyarı sistemlerinin bölgede nelere mal olduğunu en yakından tecrübe eden ülkelerden biriyiz. Türkiye; Amerika'nın cephe ülkesi gibi görünmeyi bırakmalı… Avrupa Birliği'nin kenar ülkesi gibi görünmeyi bırakmalı… Türkiye ucuz asker deposu, pazar, hammadde deposu, sıçrama tahtası değildir.

Türkiye bir yandan, “bölge ve komşularla sıfır sorun politikası“ yürütürken, bir yandan da “NATO’nun kolektif savunma anlayışı“ arasında bocalamamalı? Avrasyalı güçlerle Türkiye'yi karşı karşıya getirecek stratejileri yeni güvenlik konseptini kabullenmiyoruz.

Bu süreç menfaat ve maslahatlarımız yönünde pazarlıklara açık olmalı. Yaklaşan seçim öncesi, Hükümetin desteğinin “çantada keklik” olacağı düşünceleri savrulmalıydı. Elli yıl önceye dönüp, birilerinin cephe ülkesi, garnizon ülkesi olmaya razı olmak mümkün değil. Eğer bu konuda uluslararası bir koalisyonun denetimi gerekiyor ve Türkiye’ye yabancı askerler gelecekse, Türkiye’nin de aynı şekilde o ülkelerde askeri üs ya da tesis bulundurması ve bizim de orada asker ve savunma sistemi bulundurmamız gerekir. Yani bu konuda mütekabiliyet sistemi uygulanmalı.

Kendi dostlarımızı belirleme, kendimiz için bir gelecek perspektifi çizme vakti şimdi. Topraklarımızda, komşularımıza yönelen füzeler, savunma hatları istemiyoruz...

 

WİKİLEAKS

Ülkelerarası ilişkilerde görünenin dışındakilere tanık oldukça, gerçek niyetleri fark ettikçe, örtüler kalktıkça, mahremiyetler ortaya serildikçe, perde açıldıkça, görünen resmin ne kadar yanıltıcı olduğu, gerçeğin ne kadarını teşkil ettiği, dostlukların ve düşmanlıkların aslında keskin çizgilerden ibaret olmadığı, bilemediğimiz gayri resmi bir tarihin söz konusu olduğu, güç ilişkilerinin büyük oranda bu çerçevede şekillendiği gibi...

 

Şu ana kadarki bilgilere göre Ankara en çok belge geçilen yerlerden biri. Sızan belgeler arasında Türkiye’den merkeze geçilmiş tam 7.918 belge var. Ankara'yı geçen tek yer ABD'nin başkenti Washington. Bunların pek çoğu gizli belgeler.

Anlaşılan o ki henüz belgelerin tamamını görmüş de değiliz. Türkiye ile ilgili sadece 30-35 belgenin yayınlandığı söyleniyor.

Bunların arkasında kim var? Gayeleri ne? Ne istiyorlar? Bunlar bilgi anarşistleri mi? Barış mı istiyorlar, savaş çıkartmak mı? İddiaya göre bunların yeni hedefleri global sermaye ve finans kapital… Sırada bankalar ve holdingler var…

ABD-Türkiye arasındaki güvensizlik alanları, teröre destek verme konusundaki iddialar, Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye yönelik iki yüzlü politikaları, ABD derin devleti ile ilgili notlar, ABD'li diplomatların istihbarat mensubu gibi çalışmaları ve dahil olduğu bazı olaylar gibi... Suudi Arabistan, Bahreyn, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerin, ABD'den İran'a müdahale etmesini istedikleri iddiaları gibi.. Yine bu ülkelerin, ABD'ye bağımlılık açısından nasıl da rahatsız edici durumda oldukları, kendi halklarına ve komşularına karşı ABD korumasına sığındıkları, kendilerine yönelik tehdidi abartıp, küçük hesaplar içine hapsoldukları, en büyük düşmanları İsrail ile dolaylı dayanışma içine girdikleri bir kez daha ayyuka çıktı.

İsrail'in, Türkiye'de nasıl darbe arayışı içinde olduklarını gördük. Ama biz biliyoruz ki; 2003'ten bu yana İsrail, ABD'deki uzantıları ve Türkiye içindeki ortakları iktidarı devirmek için müthiş kampanyalar yürüttü, darbe senaryoları hazırladı. Başaramadılar sadece...

Yine İsrail'in Türkiye'den duyduğu rahatsızlıkları deşifre eden işaretler var dosyalarda. Yine biliyoruz ki; Türk-İsrail ilişkilerindeki gerilimin nedeni, Ankara'nın yakın çevresini toparlaması, ortaklıklar kurması ve İsrail'in alanını daraltması... Dolayısıyla, İsrail'in Türkiye karşıtı pozisyonunun gerekçeleri bizim açımızdan net biçimde belirgin.

Şok edici bilgiler açısından bakınca çok da şaşırmadık... Gerçekten şok edici bilgiler; örtülü operasyonlar, suikast dosyaları, kirli para trafiği, ülkelerin kaderlerine değiştiren acımasız planlar, uluslararası kurumların emperyal hesaplar için seferber edilmesi, bulunduğumuz coğrafyada yüz binlerce ölüme neden olan operasyonlarla ilgili dehşete düşürecek bilgiler de açıklanır, sızdırılır ve insanlık aslında nasıl dehşet dengesizliği içinde yaşadığını anlama fırsatı bulur.

Ancak; her ne kadar içerik açısından şok edici değilse de, diplomasi tarihinde görülmemiş oranda bir skandalla karşı karşıya kaldık. Dünyanın en büyük emperyal gücünün, olayları ve ülkeleri algılama biçimi gerçekten utanç verici. Şüphesiz bu notların birçoğu resmi kabul görmüş şeyler değil. Subjektif yorumlar, düşünceler paylaşılmış.

Belgeler yayınlanırken, neden Türkiye bu kadar öncelendi? ABD'den sonra en fazla belge Türkiye hakkında… Burası üzerinde durulması gereken bir unsur… Neden Fransa, Almanya, Avrupa ülkeleriyle ilgili belgeler yok ya da bu kadar az? Neden İsrail yok bu belgelerde? Ya da İsrail'i rahatsız edecek bilgiler? Çünkü İsrail, yeryüzünün her köşesinde yürütülen örtülü operasyonların tam merkezinde bir ülke. Yüz binlerce belgeyi ele geçirenler, neden çok hassas bilgileri ele geçirememiş? Yoksa belgeler elenerek, bazı bilgiler sansürlenerek mi yayınlandı? Öyleyse, farklı bir siber savaşa mı, bir operasyona mı tanık tanık oluyoruz?

 

İKİ DİL ve ÖZERKLİK TARTIŞMALARI

Biz BBP olarak kesinlikle bir ve tek dilden, yani Türkçe’den başka hiçbir dilin, resmi dil talebini şiddetle reddediyor egemenlik haklarımıza ve üniter yapımıza bir saldırı ve tehdit olarak algılıyoruz…

Öncelikle şunu vurgu ile belirtmeliyiz ki, bir ülkede, o ülkenin vatandaşları için resmen tanınmış ve kabul edilmiş dili, o ülkedeki “egemenlik”in, yani, siyasî otoritenin aidiyetinin, sembolü ve hatta kendisidir.

Biz bu ülkede bütün kültürlerin kendilerini ifade edebilmelerinin önündeki engellerin kaldırılmasından yanayız ama işin içine resmiyet girmemelidir. Herkes çarşıda pazarda evinde işinde konuşabilir üretebilir.

Bir ülkede birden fazla dile ana dil olarak resmî nitelik kazandırmak, o memlekette birden fazla siyasî otorite, birden fazla egemenlik ihdas etmek, egemenliğin parçalanmasını meşrulaştırmak demektir.

Mahkemelerde tanınmış etnik diller, onun ardından yerel yönetimlerde tanınmış etnik diller ortaya çıkacak ve en sonra Türkiye Devleti’nde etnik diller veya en az bir etnik dil Türkçe’nin ortağı yapılarak egemenliğin parçalanmasının yolu usul-usul açılmış olacaktır.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanının kısa süre önce Tunceli’de yaptığı açıklama ile gündemimize oturan “demokratik özerklik” veya Güneydoğu Anadolu bölgemizin tekil devlet yapımızın dışında yer alması ve böylece idari bütünden “kısmen” kopması konusu aslında siyasi Kürtçülüğün bağımsızlık hedefinden bir önceki aşama anlamına gelmektedir.

 

“İki bayraklılığın” bazı kesimlerce “olsa ne olur” yaklaşımıyla Türkiye’nin toprak bütünlüğüne karşı bir tehdit oluşturmadığı düşüncesi hemen her vesileyle yayılmakta, bu arada öteden beri önerilen federal düzenin veya yerinden yönetimin birçok soruna çözüm getireceği iddiası bu güncel gelişme ile bir kez daha Türk kamuoyuna dayatılmak istenmektedir. En son terör örgütünün liderliğini yürütmekte olduğu bilinen İmralı’daki bölücübaşının iletişim aracı olarak kullandığı avukatları aracılığıyla “demokratik özerkliğin” siyasal Kürtçülüğün en önemli hedef olduğunu açıklaması psikolojik savaş yöntemidir. Buradaki amaç, bağımsız Kürt devletinin kurulmasıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin bölünmesi projesinin bir ön aşaması niteliğindedir.

Demokratik Toplum Kongresi Çalıştayı'nda tartışmaya açılan "Özerk Kürdistan", "Öz Savunma Güçleri" ve "İki Bayrak" gibi önerileri, sadece günümüzün değil seçim sürecinin en önemli gündem başlıkları arasında yer alacak gibi gözüküyor.

BBP bu ihanet şebekesi ve yerli uşaklarının planlarını rüyalarını kabusa çevirebilecek tepki ve muhalefeti ortaya koyacaktır. Devleti yönetenlerin ve medyanın bu hezeyanları muhatap alıp kamuoyunda tartıştırmalarının demokrasi ile alakası yoktur…

BBP olarak gelişmeleri yakından takip etmekteyiz.

 

Tüm bu yaşanan türlü olumsuzluklarla karşı dahi; aydınlık gelecek ümidimizi asla gözden kaçırmamamız gerektiğine de inanıyorum. Gerek insanların ve gerekse ülkelerin yaşamlarında yeni başlangıçların, atılan her yeni adımların kuşkusuz büyük önemi bulunmaktadır. Geride kalan 2010 yılında yaşanan olumlu veya olumsuz olaylardan dersler çıkarması ve bu dersler ışığında da yeni yılda da umutlarla yeni başlangıçlar yapılması; huzur, mutluluk ve başarılarda buluşabilmemizin vazgeçilmez koşuludur.

Büyük Birlik Partisi olarak her türlü mağduriyet alanı için siyaset ve çaba üreten bir siyasi partiyiz…

Bu anlayışla çareleri aramaya devam edeceğiz ve çaresizliğe asla teslim olmayacağız. Kendimize, birbirimize ve geleceğimize olan güvenimizi muhafaza ederek yeni yılda Milletçe umutlarımızın ve toplumsal beklentilerimizin gerçekleşmesi en içten temennimdir.

Sosyal ve hukuk devleti olmanın ilkelerinin kabul gördüğü, birlik ve beraberlik içinde; vatanın ve milletin bütünlüğüne sahip çıkıldığı, milli onur ve bekamızın korunduğu, coğrafyamızdaki acıları sona erdirebilecek, yeni yılın eskiyi aratmadığı ve torunlarımıza insanca yaşayabilecekleri bir Türkiye bırakabilmenin bize verdiği heyecanla, bütün etnik ve meshebi unsurlarının tamamıyla bin yıldır bir ve beraber yaşamış ve üçün ikisi birbirine kan-can ile karışmış, dini, dili, kültürü, vatanı, bayrağı ve değerleriyle muazzam bir millet olmuş büyük Türk milletinin 2011 yılını kutluyor, güvenli, özgür, refah içinde kıyamete kadar ay yıldızlı al bayrak altında bir ve beraber yaşamamızı diliyor vatandaşlarımızın her bir ferdine sağlık ve esenlikler diliyorum."

 



560 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
ULAŞIM
 Otobüs Seferleri Metro Seferleri
 İzban Seferleri
 VAPUR SEFERLERİ
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.171532.3004
Euro34.902035.0419
Hava Durumu
Günlük Burçlar

Günlük Burç Falınız


Saat
Takvim
Sayı 2 Sayfa 1
Mayıs Sayısı Sayfa 1
Yıldırım İnşaat

 

 

Elal Ajans
   
Küçük Avcı