Bayram Kutlaması ve 10 Kasım

Ş Osman Aras
Araştırmacı - Yazar
BAYRAM KUTLAMASI VE 10 KASIM
İki ay 10 gün önce kutladığımız mübarek Ramazan Bayramının ardından, Kurban Bayramına eriştik. Okurlarımın ve tüm İslam Aleminin Bayramı Kutlu Olsun. Van Depremindeki kayıplarımız için sabır, yaralılar için acil şifalar dilerim. Bayramdan sonra; 10 Kasım… Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, sonsuzluğa göçüşünün 73’üncü yıldönümü. Eskiden, 10 Kasım’larda çokça gözyaşı dökerdik. Sonra, ağlamakla bir yere varılamadığını gördük. ATATÜRK’ün manevi varlığına gösterilecek en büyük sevgi ve saygının, O’nun eserlerine sahip çıkmakla ve çok çalışmakla sağlanabileceğini anladık. Ne var ki, son yıllarda ATATÜRK’e ve O’nun eserlerine kin kusan “dahili ve harici bedhahların” hezeyanlarını sıkça işitmeye başladık. Ne diyor AB’nin iler-LEME Raporları? “ATATÜRK’ün resimleri dairelerden kaldırılmalı” imiş, “ATATÜRK’e hakaret etmek suç sayılmamalı” imiş. Bu ne cüret? Ne küstahlık ?
ATATÜRK’ün sağlığında ve merhum İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde ATATÜRK’e dil uzatanları cezalandırmak için herhangi bir kanun çıkarılmadı. Buna ihtiyaç yoktu. Çünkü, bu toprağın insanları Çağdaş Cumhuriyetimizin nice yokluklar ve zorluklar içinde kurulduğunu çok iyi biliyordu. Çünkü, bütün bu yokluk ve zorlukları Gazi Paşayla birlikte yaşamışlardı. Kuşkusuz, o dönemde de, yılanlar ve akrepler vardı. Ancak, onlar yuvalarına saklanmıştı. Zehirlerini alenen saçamıyorlardı. 1950 yılında seçimi kazanan Demokrat Parti iktidarı onlara bu fırsatı verdi. DP Yöneticileri, 1946 yılında Toprak Reformuna karşı çıkarak, Ağalık (Feodalite) düzenine arka çıktıkları yetmiyormuş gibi, Atatürk düşmanlarına da bir sürü tavizler verdiler. Ancak, ipin ucu elden kaçınca, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar” hakkındaki 5816 Sayılı Kanunu çıkarmak zorunda kaldılar.
HATIRLAYALIM
Çağdaş Cumhuriyetimiz, anti-emperyalist kurtuluş savaşında kazandığımız zaferlerin ardından, Osmanlı Devletinin yıkıntıları üzerinde kurulduğunda; ülkemizde salgın hastalıklar, sefalet ve cehalet kol geziyordu. Okuma/yazma bilen vatandaşların oranı Yüzde10’u geçmiyordu. Kadınlarımıza gelince; onların Yüzde 99’u okuma/yazmadan yoksundu. Arap harfleriyle sevgili halkımıza okuma/yazma dahi öğretemediğimiz koşullarda; Latin harflerini gavurlaşmak için değil, çağdaşlaşmak için kabul ettik. Bugün, “Her ilimizde en az bir Üniversite var” diye övünebiliyorsak, bunu Atatürkçü/Kemalist Devrime borçlu olduğumuzu unutmayalım. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkomutanı ATATÜRK, İstiklal Savaşımızı zaferle sonuçlandırdıktan sonra, silahı bıraktı. Eline kalemi ve tebeşiri aldı. Yazı tahtasının başına geçerek, Ulusumuzun Başöğretmeni oldu.
ATATÜRK döneminde Birleşmiş Milletler teşkilatı (BM) yoktu. Dünya devletleri Cemiyet-i Akvam’ın çatısı altında toplanıyordu. Bir gün, yabancı bir Gazeteci; “Cemiyet-i Akvam’a üyeliği düşünüyor musunuz?” diye, sordu. ATATÜRK; “Üyelik için peşlerinden koşmayız”. “Davet ederlerse, düşünürüz” yanıtını verdi. Neticede, Cemiyet-i Akvam’a davetle katılan ilk ülke, Türkiye Cumhuriyeti oldu. O yıllarda, Ulusumuzun başı dimdikti. Çünkü, “Hürriyet ve İstiklal benim karakterimdir” diyen bir Başkomutanımız vardı. Bütün dünyanın hürmet ettiği ve imrendiği bu Başkomutan;”Hangi İstiklal (Bağımsızlık) vardır ki, yabancıların nasihatleri ve onların planları ile yükselebilsin?” diye, soruyordu.
ATATÜRK dostlarının O’na hayranlık duyması doğaldır. Peki, hasımlarının tutumu nasıldı? Örneğin, Anadolu’yu istilaya kalkışan Yunanistan Başbakanı Venizelos ne yaptı? Türkiye ile Yunanistan arasındaki dostluk ve barışın önemini kavrayınca; 1930 yılında Nobel Barış Ödülü’nün ATATÜRK’e verilmesini önerdi. 30 Ağustos 1922 günü Dumlupınar Meydan Muharebesinde ağır hezimete uğrayan Yunan Ordusu’nun Başkomutanı General Trikupis ise (1868-1959) hiçbir mecburiyeti olmaksızın, yaşamı boyunca her yıl 29 Ekim’de Atina’daki Büyükelçiliğimize gelerek, O’nun fotoğrafı önünde saygı duruşunda bulunmuştur. Günümüzde TV kameraları önünde; “Ben ATATÜRK’ü değil, Humeyni’yi seviyorum” diyen cehalete ve ihanete yazıklar olsun!
Yorumlar -
Yorum Yaz