• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Siyah Kurdele                                      
Üyelik Girişi
Facebook - Twitter
 Instagram
Kategori ve Sayfalar
Namaz Vakitleri
Küçük Avcı

Yıldırım İnşaat
Elal Ajans
 
Reklam Alanları

Faydalı Linkler
Günün Sözü
Tarihte Bugün

Tarihte Bugün v.7.0
Site Haritası
sanalbasin.com üyesidir

Sömürgecilik Hortluyor


Dr. Nejat TARAKÇI (Jeopolitikçi - Srtatejist)

             Sömürgecilik Hortluyor
Giriş

Küresel ekonomik kriz, dünyamızı yeni bir siyasi evreye sokmaya başladı. Bu değişimin amacı, küresel finansal dengeleri yeniden sağlamak. Strateji olarak, bölgesel veya global çatışmaların kaçınılmaz bir şekilde öne çıktığı görülmektedir.  Çünkü, Amerikan tekelci kaynak kartellerinin çok uluslu şirketleri ile Amerikan

Finans-Kapital Sisteminin kalbi olan banka ve sigorta şirketlerinin başka bir çözüme razı olması çok zor. Bunun nedeni Çin, Hindistan Rusya ve Almanya gibi potansiyel rakiplerin de aynı amacı gütmesi. Yani sadece G-7 ülkelerinin, bireyi, sosyal dengeleri ve global çevreyi esas alan bir çözümü kabul etmesi yeterli değil. Bu çözümde G-20’de yer alan her ülkenin fedakarlğı şart. Ancak onlarca toplantıdan çözüme  yönelik bir sonuç alınmadı. Çünkü dünya parasının sahibi ve F-K Sistemin lideri ABD’nin plan ve stratejileri çok farklı. Bu konuda Amerikan yönetimlerinin de yapabileceği fazla bir şey yok. Çünkü F-K Sistemin mali gücü, politik yönlendirmelerde oldukça başarılı gözüküyor. Ekonomik krizin sosyolojik etkileri sadece ABD dışındaki ülkelerde değil bizzat ABD’de görülüyor. Neoliberal politikalar sonunda, ABD’yi de içeriden vurmak üzere. Ve sosyal karışıklıklar eyaletlere de sıçradı. En son örnek Wisconsin Eyaleti’nde yaşandı. ABD’nin Wisconsin Eyaleti’nde Vali 130 milyon dolarlık bütçe açığını kapatmak için çalışanların toplu sözleşme haklarını elinden alıp, ücretlerini düşürmek için yasa tasarısını eyalet meclisine sundu.  70 bin kamu işçisi ayaklandı. Bu direniş ülke ve  dünya çapında bir olay haline geldi. Wisconsin Başsavcı Yardımcısı direnişçileri siyasi düşman ve serseriler olarak niteledi. Vali ayrıca 12 bin kamu işçisini işten çıkarmakla tehdit etti. (1)
 
ABD’de ki bir diğer sorun da gelir dağılımının giderek daha da kötüleşmesi. En tepedeki % 1’lik grup 1979’da yıllık gelirin % 8.9’nu alırken 2007’de bu rakam % 23.5 ‘a yükseldi. 2007 Forbes’in rakamlarına göre 400 en zengin Amerikalının toplam serveti 1.5 trilyon dolar. En alttaki % 50’lik nüfusun toplam serveti ise 1.6 triyon dolar. (2)
ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden Sosyalizm zenginler, kapitalizm yoksullar içindir derken, 49 milyon ABD vatandaşı (nüfusun % 16’sı) hergün açlık çekiyor. Bunların 17 milyonu çocuk.  Acil yardım merkezlerinden Feeding America’nın başkanı Vicky Escarra, İnanılmaz, sanki bir üçüncü dünya ülkesinde yaşıyoruz diyor.(3)
Zorunlu olarak ekonomik dengesizlikler, askeri alanda daha fazla silahlanmayı ve güçlenmeyi de tetikliyor. Demokratik ve oturmuş devlet geleneğine sahip ülkeler daha şanslı. Çünkü bu evrede Küresel Sistemin dinamikleri içinde kendilerini korumaya çalışıyorlar. ABD’nin halihazır bütçe açığı 225 milyar doları buldu. ABD’nin büyümesi büyük oranda askeri endüstri çarklarının dönmesine bağlıdır. Bu durumun İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana değişmediği gözlemlenmektedir. ABD’nin eski Savunma Bakanı William Cohen, savaşla ABD ekonomisinin ilişkilerini şöyle açıklıyor: Savaşla işletmelerimiz arasındaki dolaysız ilişki, askeriyenin siparişlerine indirgenebilir. Ancak dolaylı ilişki, bunun çok daha ötesine gitmektedir. Ordumuz güçlü olmasaydı, işletmelerimiz şimdiki konumlarına asla erişemeyecekti. 2003’ün ikinci çeyreğinde, Irak’taki savaş tüm hızıyla devam ederken, ABD, GSMH’sındaki % 3.3 lük büyümenin % 60’ını askeri harcamalara borçluydu. Aynı yılın üçüncü çeyreğinde büyüme hızı % 8.2’ye ulaştı.

 Libya Neden Hedef Alındı?

 İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bölge Fransa ve İngiltere'ye bırakıldı. Birleşmiş Milletler 1949'da Libya'nın bağımsız bir ülke olması gerektiği kararını aldı. Görüşmelerde Libya'yı, 1920'lerden beri İtalyanlar'la mücadele etmiş olan, sonrasında Mısır'a sürgüne giden Şeyh İdris temsil etti. 1951'de Libya bağımsızlığını kazandı ve Birleşmiş Milletler aracılığıyla bağımsızlığa kavuşan ilk ülke oldu. İdris ülkenin kralı oldu. 1969 yılına kadar Libya, topraklarında Amerikan üssü olan monarşik bir devletti. Kaynakları limitsiz bir şekilde ABD’nin emrindeydi. Ayrıca Soğuk Savaş’ın en krtitik nükleer ve konvansiyonal dengelere dayandığı bir zamanda Libya, Sovyetlere karşı Orta Akdeniz’de güçlü bir coğrafi set konumundaydı.  1969'da, ordunun genç subaylarından Muammer Ebu Minyar Al-Kaddafi bir grup subayla birlikte Kral İdris'e karşı bir darbe yaptı. Monarşi sona erdirildi ve Libya Arap Cemahiriyesi kuruldu. Kaddafi, o tarihten sonra kendisinin "Üçüncü Evrensel Teori" dediği, Sosyalizm ve İslam karışımı bir politik rejimi izledi. Monarşiyi yıkıp petrolü millileştirdi. Libya, Siyonizme ve kapitalizme karşı mücadele eden hareketler ve ülkelerle de müttefik oldu. Kaddafi üniversiteler kurdu ve sanayiyi geliştirdi ve çölün kumlarında gelişmekte olan bir tarımı yarattı, yüz binlerce vatandaş ilk defa layık olduğu konutlarda yaşama hakkına sahip oldu. Sovyetlerle yakın ilişkisi Soğuk Savaş döneminde ülkeyi Batı emperyalizmine karşı korudu ancak bir çok illegal operasyon için de cesaretlendirdi. 1986 yılında ABD Başkanı Ronald Reagan, Almanya'da bir diskonun bombalanması olayını düzenlediği gerekçesiyle Libya'ya hava saldırısı düzenledi. Libya'nın askeri hedeflerinin ve şehirlerinin vurulduğu saldırıda, 101 Libyalı hayatını kaybetti. 1990'lı yıllardan itibaren Lokerbie faciasını bahane eden Amerika'nın baskısı ile sağlanan uluslararası ambargo ile Libya’nın kalkınma hamlesine darbe vuruldu. Libya halen dünyada sosyalizm'i Küba ile yürüten iki ülkeden biridir. Aslında uzun süre sürdürülen abluka ve ambargo Kaddafi’nin lehine oldu, baskıcı ve kapalı rejimini daha da güçlendirdi. 2003’te ABD’nin Irak’a fiili müdahelesi Kaddafi üzerinde korku yarattı. Bu korku ile ekonomik ve siyasi tavizler verdi. Ekonomiyi yabancı banka ve şirketlere açtı. IMF taleplerini kabul etti. Pek çok devlet şirketini özelleştirdi. Gıda ve benzin gibi temel maddelere subvansiyonu kesti. Bu yükselen fiyatlar geçim şartlarını zorlaştırdı ve  işsizliği artırdı. Washington, Kaddafi’yi diyalog kurulacak bir lider olarak görmeye başladı. Özel onurla Avrupa’ya kabul edildi. Sarkozy, Berlusconi ve Brown hükümetleriyle muhteşem sözleşmeler imzaladı. Kaddafi’den ödünler koparmak, Küresel Sistemin doyumsuz aktörlerine yetmedi. Ama fiyat artışları Libya’nın büyük şehirlerinde huzursuzluk dalgası yaratınca emperyalizm fırsatı kaçırmadı ve her zaman rahatsızlık veren lider Kaddafi’den kurtulma anının geldiğine karar verdi. 22 Şubat 2011 gün, Bloomberg TV’deki haberde Libya’nın Afrika’nın 44.3 milyar varillik kapasite ile en büyük petrol yataklarına sahip olduğu belirtiliyordu. Büyük küresel finansın sözcüsü Wall Street Journal, 23 Şubat 2011 tarihli başyazısında, ABD ve Avrupa, Kaddafi’nin rejimini devirmek için Libyalılara yardımcı olmalıdır önerisinde bulunmakta tereddüt etmedi. Libya’nın petrolüne ilave olarak Sahra bölgesinde elmas ve uranyum yataklarının olduğuna dair haberler de ilgi çekmektedir. Kaddafi karşıtlarının, kendilerine ait bir mücadele sembolü yerine, İngiltere ve Amerikan emperyalizminin kuklası olan eski kral İdris’in bayrağını çekmeleri Libya’daki olayların perde arakasındaki güçleri açıkça belli etti. Yurt dışında bulunan Kaddafi karşıtı Libya Ulusal Kurtuluş Cephesi uzun yıllar CIA tarafından bugünler için hazırlandı. 

Libya’ya Müdahelenin Hukuki Dayanağı :   Amerikan Yasası

1997’de Hristiyan ve Yahudi eylemcilerin birlikte oluşturduğu bir grup, denizaşırı yerlerdeki dini zulme karşı ABD’de bir kampanya başlattı. Buna yanıt olarak Kongre, Başkan Clinton tarafından imzalanan bir yasa tasarısını onayladı, böylece 1998 yılında Uluslararası Din Özgürlüğü Yasası çıkarıldı. Yasaya bağlı olarak, Uluslararası Din Özgürlüğü üzerine  bağımsız bir ABD Komisyonu oluşturuldu ve Dışişleri Bakanlığı’ndan dünyadaki din özgürlüğünün toplumsal durumu hakkında yıllık rapor hazırlaması (Terör Raporu gibi) istendi. Dönüm noktası olan bu yasa, tesbit edilen ve uygun bulunmayan her türlü dini eziyeti, ABD dış politikasının dahili bir parçası haline getirdi ve Amerikalı diplomatların bu konuları gündeme getirirken daha rahat ve pratik davranmasını sağladı. (4)
 İlk uygulama Sırbistan’a karşı yapıldı ve Başkan Bill Clinton’a ithafen Clinton Doktrini olarak adlandırıldı. Bu yasanın uygulanması, emperyal stratejilere uygun olarak farklı din ve inançlardan, etnik kökene doğru genişletildi. Böylece Clinton Doktrini: Bir ülkenin etnik ve dini azınlıklarına şiddet uygulaması halinde, bu durum içişleri kapsamından çıkarak uluslararası bir müdaheleyi meşru kılar şeklinde uluslararası topluma dikte edildi.  Sonuçta ABD’nin bir iç hukuk düzenlemesi olan Clinton Doktrini, uluslararası hukukta uygulama alanı buldu. Bunun en son örneği Libya’ya aynı gerekçe ile müdahele edilmesinin sağlanmasıdır. Anılan doktrin, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin Libya hava sahasında  uçuşa yasak bölge ilanı”  kararına gerekçe olarak kabul edilmiş bulunmaktadır. Çin ve Rusya’nın karara karşı veto haklarını kullanmamaları, Clinton Doktrini’nin uluslararası kabul görmüş olduğunu göstermektedir. Bu uluslararası hukuk açısından önemli bir gelişmedir. Bundan böyle aynı doktrin gerekçe gösterilerek bir çok ülkeye müdahele kararı alınabilir. İnsani müdahele kavramının mimarlarından Prof. Waltzer, Libya’da bu koşulların oluşmadığını ileri sürdü. (5)
ABD iç hukuku açısından Libya’ya müdahele kararı çok tartışmalı bir hal almış durumda. Cumhuriyetçi senatör  Richard Lugar “ Eğer Libya ile savaşa gideceksek Kongre tarafından bir savaş ilanı gerekir” dedi. Diğer taraftan başkanın tek yanlı askeri güç kullanma kararına tepki olarak, başkan Obama’nın eski bir reaksiyonu tekrar gündeme geldi. Obama Senato’da iken 20 Aralık 2007’de Başkan G.W. Bush’un İran’a müdahele konusunda şöyle konuşmuştu: Anayasaya göre Başkanın ülkeye  yönelik acil ve ani bir tehdidi durdurmak dışında, tek taraflı olarak askeri bir saldırı düzenleme yetkisi yoktur.
 

ABD Afrika Komutanlığı Neden Kuruldu? (6)

ABD, 2008’de AFRICOM kısa adıyla Afrika Komutanlığı’nı kurdu. Ancak güvenlik nedeniyle komuta merkezi Almanya’nın Stutgrat kentindedir. Amerikalı personel olarak 1300 kişi görevlidir. Esas kuvvet, bir çok Afrika ülkesinden temin edilen toplam150 bin kişiden oluşan bir güçtür. Bu güç ABD tarafından eğitilmekte ve donatılmaktadır ABD, krizin ekonomik krizin derinleştiği 2008’den bu yana Afrika’da sömürge stratejisi uygulamaktadır. Bu maksatla askeri gücünü tereddütsüz kullanmaktadır.  Halen AFRICOM’a asker sağlayan ve işbirliği yapan ülkeler Nijerya, Tanzanya, Kenya, Güney Sudan, Uganda, Mozambik, Angola, Etiopya ve Ruanda’dır. ABD’nin Afrika İkili ilişkilerde kırılmayı yaratan olay, 2001 yılındaki terör saldırılarıdır. Buna göre Afrika kıtasının istikrar kazanmasının ABD’nin de çıkarına olacağı söyleminden hareketle, kıtanın terör faaliyetlerinden arındırılması ve güvenliğin sağlanması için ABD Afrika Komutanlığı’nın (AFRICOM) kurulduğu açıklanmıştır. Bu bağlamda,  AFRICOM'a temel olarak altı görev verilmiştir:
  1. Terörizm ile mücadele
  2. Doğal kaynakları güvence altına alma
  3. Silahlı mücadeleleri ve insani krizleri kontrol altına alma
  4. AIDS'in yayılmasını yavaşlatma
  5. Uluslararası suçları azaltma
  6. Çin'in artan nüfuzuna karşılık verme..
 Bu görevlerden en dikkat çekeni Çin’in Afrika’da potansiyel bir rakip olarak görülmesidir. Ekonomik ve ticari enstrümanlar kullanan Çin, daha sonra silah satışları ve askeri teknoloji transferleri ile etki alanını güçlendirmeye başlamıştır. Pasifik bölgesindeki ABD -  Çin rekabetinde, siyasi, askeri ve ekonomik dengeler nispeten oturmuş ve istikrarlıdır. Ancak Afrika paylaşıma açık bir coğrafyadır. 2000’li yıllardan itibaren Çin, ABD ile olan rekabetini daha çok Afrika üzerinden gerçekleştirmektedir. 2007 itibariyle Çin’in Afrika ile olan ticaret hacmi 73 milyar dolara yükselmiştir. AFRICOM’un diğer önemli bir görevi, Afrika’nın hayati konumdaki doğal kaynaklarının güvenli bir şekilde ABD’ye ulaştırılmasıdır. ABD petrol ihtiyacının % 20’sini Nijerya’dan alıyor. Bu miktar 2015’de % 25’e çıkacak. Başka bir ifade ile Nijerya petrolünün yarısı ABD’ye gidiyor. Şu an itibariyle Afrika, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %10’unu ihtiva etmektedir. ABD, Afrika’dan gelen enerji lojistiğinin güvenliğini sağlamak adına yeni anlaşmalar ve yatırımlar yaparken, 2025 yılına kadar kıtadan alacağı petrol miktarını iki katına çıkarmayı hedeflemektedir. Nitekim, hidrokarbon sektöründe çalışan Amerikan petrol ve gaz şirketleri, Batı Afrika’nın Gine Körfezi’ne son dönemde büyük ilgi göstermişlerdir. Bugün ABD’nin ithal ettiği petrol, Nijerya, Angola, Gabon, Kongo ve Ekvator Ginesi’ne komşu olan off shore petrol alanlarından sağlanmaktadır. Amerikan şirketleri Exxon-Mobile, Cevron-Texoco, Marathon ve Ocean Energy, bu bölgeye milyar dolarlık yatırımlar yapmıştır. Afrika, petrolden başka kaynağı olmayan veya tarım alanları son derece kısıtlı ülkeler için de çekicidir. 2009 Ağustos’unda S. Arabistan Kralı Abdullah Etyopya’da ilk pirincin üretilmesini kutladı. Pirinci, arpa ve buğday izleyecek. Etiyopya, Mali, Sudan, Gana ve Madagaskar’da milyonlarca hektar toprak 20, 30 ve hatta 90 yıllığına Çin, Hindistan ve Güney Kore’ye devasa yatırım sözleri karşılığında verildi. Seul, şimdiden Afrika’da 2.3 milyon hektar toprağa sahip, Pekin 2.1, S. Arabistan 1.6 ve BAE ise 1.3 milyon hektar toprağa sahip. 

Amerikan Yardımlarının Gerçek Amacı Ne ? 

ABD’li karar alıcılar, Afrika ile ilişkilerde sadece çıkar odaklı davranılmadığını ileri sürmektedirler. Buna göre Birleşik Devletler hükümeti, her yıl Afrika halklarına maddi yardımlar ve altyapı imkanları sunmaktadır. Örnek vermek gerekirse George Bush döneminde kıtaya yapılan insani yardımlar 22 milyar dolar ve AIDS ile mücadele fonu 30 milyar dolara çıkmıştır. Ancak meselenin bir diğer boyutunda ise yapılan yardımlar sadece Amerikan politikalarına uyumluluğu oranında gerçekleşmektedir. Yani yardımlar ve ikili anlaşmalar Nijerya örneğinde olduğu gibi, gerçekten ihtiyaç dolayısıyla değil, stratejik endişelerle insani katkı söz konusu olmaktadır. Diğer yandan ABD, Afrika’da yalnız değildir. Sömürge döneminin mirası ile birlikte pek çok Avrupa devleti kıta üzerinde ticari ve siyasi varlığını sürdürürken buna son yıllarda Çin, Rusya ve kısmen de Japonya katılmıştır. Bu ise ABD’nin Afrika’nın sahip olduğu zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarını bu aktörlerle paylaşması anlamına gelmektedir. Böylece yeni dönemde büyük küresel güçlerin rekabet sahası Afrika kıtası olacaktır. Özellikle ekonomik anlamda gerçekleştirilen gizli mücadelelerde Afrika’nın potansiyeli belirleyici olmaktadır. ABD ise bu küresel pastadan daha fazla pay almak istiyorsa, bir süredir yaptığı gibi kıta devletlerine terör tehdidi penceresinden bakmaktan vazgeçip Afrika’nın kemikleşmiş sorunlarına çözüm bulmalı ve bu ülkeleri uluslararası alanda eşit birer aktör olarak kabul etmelidir. (7)

 Afrika’da Demokrasi

Afrika’daki ülkelerin çoğunluğu idari açıdan kabile geleneği ve kültürüne dayanmaktadır. Eğitim durumları sömürgeci ülkenin verdiği kadardır. Resmi dilleri sömürgeci ülke dilidir. Hemen hemen hepsi kültürel soykırıma uğramışlardır. Kendilerine özgü ideolojik ve kültürel bir dokuları yoktur. Biyolojik genleri devam etmekle birlikte kültürel genleri yok olmuştur. Bu ülkelerde, yokluk ve sefalet milliyetçi ve ideolojik bir siyasi yapı kurmayı engellemektedir. Topraklarında değerli mineral ve petrol gibi kaynakları olan ülkeler, eski sömürgeci ülkeler tarafından sömürülmeye devam edilmektedir. Çoğu tek adam diktasına dayanan, sözde seçimle iş başına gelen derme çatma siyasi yapıları vardır. Özetle, Afrika’daki ülkelerin hemen hemen tamamı sanal ülkedir ve  Küresel Ekonomik Sistemin aktörleri tarafından kullanılmaktadır. Batılı anlamda demokratik ve politik bir sistemin kurulması sürekli engellenmektedir. Hatta sömürüyü fark ederek, halkları ve ülkelerinin çıkarlarına öncelik vermek isteyen diktatörler bile kısa zamanda alaşağı edilmekte ve yerlerine uygun kişiler getirilmektedir. Afrika’da misyonerlik çalışmaları da sömürgecilik ayağının en başarılısıdır. Afrika din haritası büyük ölçüde Hristiyanlık lehine genişlemiştir. Kuzey Afrika halkları ise Emeviler ve Osmanlı’nın etkisi ile dini kimliklerini korumuştur. Uzun yıllar Avrupa’nın en yakın sömürgesi olarak kullanılan kuzey Afrika ülkelerinde neden Avrupa demokrasisi yerleşememiştir? Müslüman kimlikleri nedeniyle, Avrupa onları buna layık görmemiştir. Avrupa, yıllarca ortak deniz Akdeniz’in karşı yakasındaki krallıklara, diktatörlüklere, katliamlara göz yummuştur. Bu ülkelerden Tunus ve Cezayir, Mustafa Kemal Atatürk’ün emperyalizme karşı kazandığı zafer sonrası milli kimliklerine kavuşmuştur. Buna rağmen sömürü düzeninin bir şekilde devamı sağlanmıştır. Özetle Afrika ülkelerinin gerçek anlamda demokratik bir yapıya kavuşmaları çok zor olmakla beraber imkansız değildir. Öncelikle Batı’nın neoliberal ekonomik sistemle sürdürdüğü sömürü düzeninin durdurulması gerekmektedir. Daha sonra isteyen ülkelere, manda statüsünde değil, vasi veya rehber ülke olarak adlandırılabilecek bir ülkenin yardımcı olması düşünülmelidir. Böylece çok kısa zamanda sonuç alınması mükün olabilir. Örneğin, Türkiye yeni kurulan ve tanınacak Filistin ve Libya için rehber ülke olabilir. 

Orta Asya Ülkelerinde Demokrasi

Orta Asya’da Sovyet eskisi devletlerdeki alt yapı biraz daha değişiktir. Bu ülkeler Sovyet rejimi altında kalmalarına rağmen, Rus dili ile yeterli eğitimi almış, sağlık ve beslenme gibi temel sorunları yaşamamışlardır. Bir çoğu da dinsel ve kültürel kimliklerini korumayı başarmışlardır.  O nedenle bu ülkelerde demokratik yapının kurulması daha kolay gerçekleşebilir. Halihazır en büyük sorun, ekonomik sistem değişikliğinin yarattığı toplumsal dengesizliklerdir. Gelir dağılımının bozukluğu, temel gereksinimlerin karşılanmasındaki zorluklar, işsizlik başı çekmektedir. Oysa Sovyet sisteminde bunların tamamı devlet tarafından karşılanmaktaydı. Batı, bu bölgede de neoliberal politikalarla, Sovyet sonrası sistemin kendi kendini rehabilite etmesine fırsat vermemiştir. Doğrudan dayattığı IMF destekli ekonomik sistemi süratle yerleştirmeye çalışmıştır ve ülke yöneticilerinin çoğunu da bunun en doğrusu olduğuna inandırmıştır. Dolayısıyla sosyo-ekonomik dengeleri bozulan bu ülkeler yeniden Rusya’nın himaye ve kontroluna girmeyi tercih etmeye başlamışlardır. Yine de radikal İslamın baskın olduğu ülkeler dışındaki  Orta Asya ülkelerinin, Batı tipi özgürlükçü bir politik yapıya geçme şanslarının Afrika ülkelerine nazaran daha fazla olduğu söylenebilir.

 Ortadoğu’da Demokrasi

Ortadoğu ülkelerinin bir çoğu da politik alt yapı açısından Afrika ülkelerine benzemektedir. Bu bölgede de, politik yapı İngiliz ve Fransız sömürgeciliğinin dizaynıdır. Öylesine bir dizayn ki,  mezhep temelinde azınlık durumundaki halklar yönetime getirilmişler, bir anlamda farklı bir sömürü düzeni kurmuşlardır. Suriye’de azınlıktaki Şiiler, Irak’ta azınlıktaki Sünniler yönetime getirilmişlerdir. Yani o dönemde sömürgeci devletle işbirliği içinde olanlar iktidarı ele geçirmişlerdir. Ortadoğu’daki Monarşik yapı artık çatırdamaya başlamıştır. Çünkü küreselleşen dünya ekonomisine paralel olarak internet, uydu yayınlar, cep telefonu gibi iletişim imkanları, artık dünyayı gözlerden saklamaya yetmemektedir. İnsanlar daha iyiyi, güzeli talep etmeye başlamışlardır. Ortadoğu’daki Arap nüfusunun % 60’ı 30 yaşın altındadır. Gençlerin talepleri karşısında direnmek giderek zorlaşmaktadır. Güç kullanarak çok az zaman kazanılabilir. Batı’nın sorunsuz ve en uzun sömürdüğü bölge Ortadoğu’dur. S. Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn gibi ABD stratejik müttefiki olan ülkelerin demokratik dönüşümünün nasıl olacağına yine ABD karar verecektir. Çünkü bu ülkelerde ne milliyetçi bir ideoloji, ne kendine has bir idol ve kültür yoktur. Bu bölgede tek birleştirici unsur İslam dinidir. O da ABD ve İngiltere tarafından mezhep temelinde çatışma noktasına getirilmiştir. Bölgedeki tek demokratik yapı Lübnan’dadır ancak din, mezhep ve ırk ayrımı hastalığı bu ülkede de kriz faktörü haline gelmiştir. Bahreyn’deki ayaklanmalara S. Arabistan askeri güçle müdahele etmiştir. Böylece Suriye’nin stratejik ortağı İran’ın da gerektiğinde Suriye’ye askeri yardım yapma yolu açılmıştır. Bölgedeki Amerikan üs ve tesisleri, demokratik yapı için ayrı bir olumsuz politik faktördür. Özetle ilk yanıtlamamız gereken soru, Ortadoğu’nun liberalleşen ekonomik sistemine, demokratik bir boyut eklemek gerekli midir? Halk ayaklanmaları, ABD ve İngiltere ile bölgedeki monarşik politik yapı arasındaki uyumu bozmadıkça tabii ki gereksizdir. Ancak, bu ülkelerin ekonomik sisteminde, Irak örneğinde olduğu gibi, Batı çıkarları aleyhine radikal bir değişiklik olursa, (8)  monarşik yapılar yıkılabilir. Ve yerlerine seçimle desteklenmiş, parlamentosu olan,  ancak yine Batı ile işbirliği içindeki sanal politik yapılar kurulacaktır. Gerçek anlamda bir demokratik yapı iki şeyi gerektirir; politik açıdan bağımsız ve bağlantısızlık, ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik. 

Sonuç

Halk ayaklanmaları toplumları yeni bir ışığa, yeni bir yaşama ve yeni bir hukuk sistemine götürebilirse başarılı kabul edilebilir. Emperyalizme karşı zafer kazanmış tek dünya lideri olan Mustafa Kemal Atatürk toplumsal mücadeleyi şöyle değerlendiriyor: Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için belli başlı bir vasıtadır. Gaye fikirdir. Zafer bu fikrin gerçekleştirilmesine hizmet ettiği oranda kıymet ifade eder. Bir fikrin gerçekleştirilmesine dayanmayan zafer kalıcı olamaz. O boş bir gayrettir. Her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir dünya doğmalıdır. Bu bağlamda, halk hareketlerin amacı, ekonomik zorluklar ve yaşam koşullarının iyileştirilmesinden çok daha yüksek olmalıdır. Ancak sömürge artığı ve kültürel soykırıma uğramış toplumlarda mücadeleyi kazanmak 21. Yüzyılda çok daha zordur. Sadece vizyon sahibi güçlü liderler yeterli değildir. Bilinçli ve cesur bir halkın desteği olmadıkça hiç bir ülkede bağımsız ve bağlantısız yeni bir siyasi yapı kurmak mümkün değildir. Bu nedenle her ülkenin siyasi ve toplumsal sorunlarının en uygun çözüm yollarını, yine o ülkenin insanları bulabilir. Bu noktada, yönetimde bulunanların sorumlulukları çok büyüktür. Bunu yaparken,  ulusal çıkarların, uluslararası hukuk, barış, insan hakları, özgürlük gibi insanı yücelten değerler ile dengelenmesi şarttır.


 1) Ergin Yıldızoğlu, Wisconsin-Kahire Cumhuriyet Gazetesi 28 Şubat 2011 s.15

 

 2) Dave Johnson, 14 Şubat 2011, Campaign for America’s Future Kaynak: Dünya Gündemi 20-27 Şubat 2011 s. 8

 3) Jacques Coubard, Humanite-en-espanol.com 10 Aralık 2009

 4) ABD’de ki bu iç hukuk düzenlemesi, dış politika uygulaması için hukuki bir zemin yaratıyor. Bunun uluslararası hukuktaki  yeri ABD’nin süper bir güç olmasıdır.

 5) Ergin Yıldızoğlu, Derinlik Sarhoşluğu, Cumhuriyet Gazetesi 28 Mart 2011 s.13.

 6) Robert Naiman, Truthout, 21 Mart 2011 Kaynak: Dünya Gündemi,  27 Mart-3 Nisan 2011 s. 8

7) Ahmet Said Altın 25 Eylül 2009 www.Sde.org.tr   

8) Petrol satışının Amerikan dolarından Avro’ya kaydırılması gibi

  



 


Yorumlar - Yorum Yaz
ULAŞIM
 Otobüs Seferleri Metro Seferleri
 İzban Seferleri
 VAPUR SEFERLERİ
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Hava Durumu
Günlük Burçlar

Günlük Burç Falınız


Saat
Takvim
Sayı 2 Sayfa 1
Mayıs Sayısı Sayfa 1
Yıldırım İnşaat

 

 

Elal Ajans
   
Küçük Avcı