• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Siyah Kurdele                                      
Üyelik Girişi
Facebook - Twitter
 Instagram
Kategori ve Sayfalar
Namaz Vakitleri
Küçük Avcı

Yıldırım İnşaat
Elal Ajans
 
Reklam Alanları

Faydalı Linkler
Günün Sözü
Tarihte Bugün

Tarihte Bugün v.7.0
Site Haritası
sanalbasin.com üyesidir
Nuran Türemen
nuranturemen@yahoo.com.tr
ENGELLİ OLMAK
05/12/2016


Gururluydu Nazhan Hanım. Zira nur topu gibi bir oğlu olmuştu. Aslında ilk kız çocuğunu dünyaya
getirdiğinde de çok mutlu olmuşlardı. Ta ki menenjit hastalığı geçirdikten sonraki yıllarda, onun bir
türlü toparlanamayıp, hasta çocuk olarak büyümesi, ailede derin bir yara olmuştu adeta. İkinci
çocuk Kemal bebek, onlara ilaç gibi gelmişti. Yıllar su gibi akıp geçiyordu. Aileye üç dört yıl
aralıklarla dört çocuk daha katılmıştı. Aile eğitimliydi, çocukları da gayet güzel okuyorlardı.
Nazhan Hanım adeta hayatını eşine, çocuklarına adamıştı. Çocuklarının ders çalışmalarını
engellenmesin diye kimselerle görüşmemeye çalışırdı. Sitem eden çevresindeki insanlara,
yakınlarına da hep “Biliyorsunuz ki bizim ev okul gibi, her yıl beş çocuğum, beş sınıf geçen
öğrenciler, hem de en yüksek notlar alıyorlar. Ne olur, benim kusuruma bakmayın. İyi çocuk
yetiştirmek için aileler bazı şeylerden vazgeçmeli.” derdi. Bu arada büyük özenle, sevgiyle
büyüttükleri ilk kızlarını kaybettiler. Onun acısını yıllarca unutmadılar.
Ailenin tek erkek çocuğu Kemal, öğrencilik yıllarında çok başarılıydı. Uzun boylu, kumral,
yakışıklı bir delikanlıydı. Yaşadıkları ilçede ünlü olmuştu. Ailelerin gıptayla baktığı, çocuklarını
onu örnek alarak okumalarını istedikleri kişiydi. Ankara’da, önemli bir üniversiteyi, kendi
gayretiyle, dereceyle kazanmıştı. O yıllarda dershaneler yoktu. Tatillerde ilçeye geldiğinde adeta
parmakla gösterilirdi. Bilinçli, kültürlü, karizmatik, çevrede apayrı bir yeri olan baba da, belli
etmemeye çalışsa da, oğluyla daima gurur duyardı. Aile içinde babadan sonra en çok sayılan,
sevilen kişiydi Kemal. Hani tarihte her olay MÖ, MS ile diye söylenir ya. Her olay “Kemal
doğduktan şu kadar yıl önce veya Kemal doğduktan bu kadar yıl sonra” diye anılırdı. O yıllarda
ülkemizde üniversiteler sayılıydı. Bu nedenle Kemal’in asistan olmasının duyulması bile çevrede
heyecan uyandırmış, olay olmuştu. Sonraki yıllarda başarıdan başarıya koşmuş, bilinen, tanınan
bilim adamı olarak sayısız kitapları çıkmış, kariyerinde de en üst noktaya gelmişti. Bu arada mutlu
evliliği, peş peşe dünyaya gelen, kendisi gibi sağlıklı, başarılı olarak eğitimlerine devam eden
çocukları da, ailenin, çevrenlerinin gururu olmuştu.
Nazhan Hanım yıllarca büyük emekle yetiştirdikleri çocuklarının yaşamlarındaki her mutluluğu
onlarla birlikte yaşamıştı. Sonunda artık yaşlanmıştı. Doksanlı yaşlarındaydı, gözleri az görüyordu.
Yaşlılığın verdiği yürüme zorluğu da yaşıyordu. Eşini kaybetmiş, bir süre tümü evli olan
çocuklarının yanında kalarak geçirdiği yıllardan sonra, kendi evinde, anılarıyla baş başa yaşamaya
karar vermişti. Bahçeli evinin bir odasında kendisi, diğer odalarda da kızlarından ayırmayacak
kadar sevdiği bakıcı hanım ve onun çocuklarıyla yaşıyordu. Hep aranıp, soruluyordu. Üst kattaki
kızı, torunları… Uzaktaki çocukları ile de telefonla konuşuyordu…
Telefon konuşmaları sırasında Kemal’inin konuşmalarındaki değişikliği fark etmişti. Tüm aile
durumu biliyordu. Aile bir tatil beldesindeki evlerinde bir araya geldiklerinde Kemal’in, annesi gibi
yürüme zorluğu çektiğini gördüler. Henüz emekli olmamıştı. Yazmakta olduğu bitiremediği
kitapları vardı. Onları asistanlarına talimatlar vererek, tamamlamaları için gayret gösteriyordu. O
aile toplantısı, az da olsa yürüyebildiği son günleri oldu. Sonraları yurt içi, yurt dışı birçok yerde, en
iyi hastanelerde, ünlü doktorlarca görüldüğü halde, tanı konulamamıştı hastalığına. Zira olay çok
karmaşıktı. Artık konuşamayan, yürüyeme tekerlekli sandalyede yaşamını sürdüren bir engelli idi…
-2-
Tüm aile bireyleri yardımsever, sevecen, iyi niyetli insanlardı. Uzakta da olsalar, takip ediyor,
onlarla ilgili haberleri bir şekilde alıyorduk.
Bu yaşam öyküsünün devamını, yıllar sonra çocukluğumdaki karşı komşu kızı, yakın arkadaşım,
Kemal ağabeyinin en küçük kardeşi Gönenç ile buluştuğumuzda öğrendim. Deniz kenarında bir
kafede buluşmuştuk. Neşeli başlayan sohbetimiz, söz Kemal Ağabeye gelince değişti. “ Başınız sağ
olsun, öylesine bir değerin altmışlı yaşlarda yitirmesi, hazin. Fakat eserleriyle, topluma kazandırdığı
değerlerle hiç unutulmayacak.” dediğimde, dalgın gözlerle denize bakarak anlatmaya başladı. “Bak
Gülsen, ailemiz kadar çevremizdekilerin de onunla nasıl gurur duyduğunu hatırlarsın… O üç dili
mükemmel konuşan, çeviriler yapan, kitaplar yazan, adeta hepimizin örnek aldığımız, aslanlar gibi,
sağlıklı insan, son yıllarını konuşamayan, yürüyemeyen, engelli olarak, tekerlekli sandalyede
yaşadı. Fakat beyin sağlığını yitirmediği belli oluyordu. Sonuçta tüm insanlar bilmelidirler ki, her
kişi, bir engelli adayıdır… Bunun insan yaşamının hangi döneminde olacağı veya olmayacağının
garantisi yok. Hani senin Kifayet ablan vardı. O yıllarda yirmili yaşlarındaydı, okula gitmiyordu.
O’nun çok sağlıklı, güzel bir genç kız olduğunu gördüğümden, okula gitmemesine üzülürdüm. Bir
gün sana sorduğumda “Belli olmuyor ama ablam deli.” demiştin de seni pek ayıplamıştım içimden.
Ta ki günün birinde konuşurken bana söylediklerinden sonra… Sizin evin bahçesinde oturuyorduk.
Bir ara sen içeri gitmiştin. O anda ikimiz yalnızdık. İnce uzun boylu, zarif, kumral uzun düz saçları
omuzlarına dökülmüş haliyle pek güzel ve neşeliydi o gün Kifayet abla. Birden bana dönüp ”Bak
Gönenç, gel şu bizim eve benzin döküp yakalım. Sonra da karşısına geçip,” aleve gel, pilava gel…”
diye eğlenelim. Birden yüz ifadesinin de garip bir şekilde değiştiğini fark ettim. Kim bilir o anda
içinde nasıl çalkantılar vardı, ruhunda ne fırtınalar esiyordu. Ses tonunun ritmini gittikçe
yükselterek devam ediyordu: Aleve gel… Pilava gel…” Korkmuştum, hemen karşıdaki evimize
dönmüştüm. Belki ilaç kullanıyordu, o gün ilacını almamıştı. Üzüleceğini düşünerek sana da, hiç
kimseye de söylememiştim. Sizler rahmetli ablandan çok çektiniz, bunu dışarıya aksettirmeden, onu
sevgiyle, koruyucu, kollayıcı davranışlar içinde oldunuz hep. “ Evet” dedim, “nurlar içinde yatsın
ablacığım, Sizler ve çevremizdeki insanlar çok anlayışlı, sevecen davranırdınız ona. O yıllardaki
insanlık ilişkileri olumluydu, yaklaşımlar çok farklı olurdu. Hayatta her şey tam olmuyor. Bilirsin
maddi durumu çok iyi olan, mutlu aileydik. Ablam konusunda çaresizdik. Ablacığım sürekli tedavi
gördüğü halde, bir türlü iyi olamadı. Belki günümüzde olsaydı, çare bulunurdu. Yaşamı tımarhanede
son buldu ablacığımın.”
Kısa bir sessizlikten sonra Gönenç anlatmaya devam etti. Annemiz oğlunun durumunu bir türlü
kabullenemedi. “O güçlüdür, bu hastalığı yener, iyileşir.” gibi düşünceler içindeydi. Oysa artık
telefondaki konuşmaları bile anlaşılmaz olmuştu. O zaten adım adım böyle bir sona gideceğinin
bilincindeydi hep. Ve… Kaçınılmaz son… O sabah telefon acı acı çaldı adeta. O’nu kaybetmiştik.
Hazırlıklarımızı yapıp, tüm aile son yolculuğuna uğurlamak üzere yola çıktık. Bakıcı hanıma ısrarla
annemize söylememesini, tembih etmiştik. Annemiz haberlere pek meraklıydı, tüm gün bağımlı
olarak yaşadığı yatağında saat başı haberleri dinlerdi. Öğlen saatlerinde, kulağına dayayarak
dinlediği küçük radyosundan duyduğu haberlerde, oğlunun vefatı haberini dinlemiş. Çığlık çığlığa
“Olamaz, bu bir yanlış haber, isim benzerliği…” diye bağırmaya, çırpınmaya başlamış. Sonunda
isim benzerliği olduğuna karar vermişler. “Benim oğlum iki cümleyle haber olacak insan değil. O
olsaydı özgeçmişi anlatılırdı.” diyerek kendini ve çevresindekileri inandırmaya çalışmış. Akşam
çeşitli bahanelerle ona televizyon haberleri izletilmemiş. Zira haberlerde özgeçmişi anlatılmış,
resmi de gösterilmişti. İki gün sonra bizler döndüğümüzde annemle aynı şeyleri konuştuk. Onun
Amerika’ya tedaviye gittiğini, haberlerdeki isim benzerliğini konuştuk. Akıllı, zeki, eğitimli bir
kadındı annemiz.. İnanmak istemiyordu aslında… Arada “Ben hayattayken o nasıl ölür, bu haksızlık
olur, kendimi yaşayıp ondan sonraya kalmanın suçluluğu içinde hissederim, sıra bende.” diyordu.
Doksan altı yaşında, oğlundan sonraya kalmak onun için çok acı, katlanamayacak, kahrediciydi, bir
utançtı adeta. Altı ay sonrasına kadar ona hep Amerika’dan, ağabeyimden güzel haberler verdik.
O hep bizlere ayak bağı olmak istemezdi.” Ben size engel olmayayım, işinize, gezmenize bakın.”
derdi. O gün “Galiba ben öleceğim, mümkünse bugün başımda bekleyin.” demiş büyük ablama.
Birkaç saat sonra da onu kaybettik, belki de sevgili oğluna kavuşmuştu o. Son nefesini verdikten
sonra yüzündeki rahat, huzurlu duruş çok anlamlıydı. Gönenç’le birlikte hüzünlenmiştik.
Karşımızda masmavi deniz, mevsim de bahardı… Orada hafif müzik çalıyordu. Hayat devam
ediyordu… Ona “Ateş düştüğü yeri yakar derler. Fakat şunu bil ki, oralarda bu haberi aldığımızda
ateş, ilçedeki tüm tanıdıklarınızın evlerimize de düştü adeta… Duyduğuma göre fakültede ise daha
büyük acı yaşanmıştı. “Seni anlıyorum” dedi Gönenç. Fakat ağabeyimin benim için apayrı yeri
vardı. Bekârlık yıllarımızda tatillerimizi hep birlikte geçirirdik. Baba yarısı idi o bizler için. Son
halini gördüğümde, İzmir’e dönüyorduk ki, altüst olmuş halimle dönüş yolunda dinlenme molası
verdiğimiz tesiste kapalı camı fark etmemiş, hızla çarpmıştım. Üzüntüm günlerce devam etmişti,
zona çıkmıştı vücudumda… Bunu evdekilere, çevremizdekilere, okulumdaki öğrencilerime,
arkadaşlarıma yansıtmamaya çalışmıştım…
Konuşmalarımızı engellilerle ilgili konularla sürdürdük. Sağlıklı insanların da engelli olmaları an
meselesidir. İnsanlar hiçbir zaman bu gerçeği göz ardı etmemelidir. Ne oldum değil, ne olacağım
demeliyiz. Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktur. Bedensel engelliler konusunda duygudaşlık
yapmalıyız. Kendimizi onların yerinde olarak düşünerek çok anlayışlı davranmalıyız. Gönenç
“Sonradan engelli olmanın acısını sevgili ağabeyimizle yaşamış gibiyiz. Bir de doğuştan
engellilerimizi düşünelim. Kim bilir onlar ve aileleri ne acılar yaşıyordur.” diye sürdürdü
konuşmasını.
Ayrıca o hafta Engelliler Haftasıydı. İkimizin de torunları vardı. Okullarında bu haftayla ilgili
etkinlikleri vardı. Evde onları hafta ile ilgili hazırladıkları sloganların ezberlemelerine yardımcı
olmuştuk. Ne güzel sözlerdi onlar: ”Her egeli kendisine imkân verilirse topluma sağlamlar kadar
yararlı olabilir. Onları eğitimsiz, işsiz bırakmamalıyız. Oların durumları hayatı yaşamak için engel
değildir. Aşılamayan engel, engelleri aşmaktır. Bu durumda olmak, üretime engel değildir, yeter ki
fırsat verilsin. Engelli olmak kusur değildir. Onların adımlarının biçiminin ne önemi var. Mühim
olan yürüyüşleriyle sevgi ve dostluk köprülerini geçmeleridir. O insanlar da bizim insanlarımızdır.
Asıl engelliler onları görmeyenlerdir. Onları eğitip iş sahibi yaparak, tüketici olmaktan kurtarmalı,
üretici yaparak mutlu ve yararlı duruma getirmeliyiz. İyi yaşamı herkes hak ediyor. Engelli olmak
suç değil, onlara acımak suçtur. “
İkimizin de ortak düşüncemiz, ülkemize sık görülen yakın akraba evliliklerinin felaket olduğu.
Zira sakatlığa neden oluyor, sakınılması, bu konuda bazı çevrelerin bilinçlendirilmesinin çok
önemli olduğu.
Bu arada bu konuda iç açıcı şeyler de konuştuk. Gönenç, geçmişte yürüme ve konuşma engeli
olup, sürekli annesinin yardımıyla, bazı zamanlarda kucağında okula gelen
-4-
öğrencisinin, yıllar sonra Hukuk Fakültesini bitirip, avukat olduğunu anlatırken çok mutluydu…
İkimizin de yaşamı çok güzel, renkli geçmiş, okullarımızı bitirip, meslek sahibi olmuş, evlenmiş,
sağlık ve mutlulukla çalışmalarımızdan yıllar sonra, emekli olmuştuk. Fakat konuşmalarımızda
ağırlığı, yitirdiğimiz yakınlarımızla ilgili olarak yaptığımız konuşmalara, toplumdaki
engellilerimizin sorunlarına yer vermiştik.
Engelin bedenlerde olması, sağlıklı olup ta, sağlıksız düşünen, zihinsel olarak aykırı, kötü
düşüncelerde olan insanlardan çok daha iyidir. Sonra, ailelerimiz, çevremiz ve dünyamız için
engelsiz, aydınlık günlerin olması dileklerimizle konuyu noktaladık.
Vakit ilerlemişti. Kentin en güzel mekânlarından olan deniz kenarındaki bu güzel kafedeki masalar
hiç boş kalmazdı. Bizse uzun süre çevrenin hiç farkına varmamıştık bile. Buradan günbatımı
muhteşem görüntüler sergiliyordu. Sonraki zamanda dinlemekte olduğumuz çalan güzel müzikler
eşliğinde, günbatımını izleyerek, denizden esen tatlı imbat rüzgârını içimize çekerek, çaylarımızı
tazeledik. Bu olağanüstü güzelliklere masmavi, çarşaf gibi denizin üzerinde uçuşan bembeyaz
martılar, çığlıklar atarak adeta baharın sevincini yaşıyorlardı. Denizde süzülerek gidip gelen
gemiler, çevrelerinde adeta onlara eşlik eden diğer martı sürüleri… Yalı caddesi cıvıl cıvıl insanlarla
doluydu. Karşımızda kıyılarda ışıklar yanmaya başlamıştı. Kara tarafına baktığımızda ise Karşıyaka
çarşı, adeta bir ışık seli… Gönenç’e “ Bu güzel kentte yaşamak çok büyük şans olsa gerek. ”
dediğimde onaylamıştı. Sonra da bu güzelliklerin şairlere, bestekârlara, ressamlara yıllardır esin
kayağı olduğundan söz etti. O sırada dinlemekte olduğumuz şarkının sözleri de, ortama uygundu
“Başlar körfezde akşam, bu onun bestesidir, canım İzmir her akşam, bir ışık bahçesidir.”
Gerçekten de o anki görüntü, adeta bir ışık bahçesi gibiydi, bu büyülü ortam, doyumsuz güzellikler
sergiliyordu… Gönenç “Aslında her kentimizin ayrı güzelliği var. Şu bir gerçek ki, çok şükür,
hepimiz cennet gibi bir ülkede yaşıyoruz…”
Özellikle eski dostlarla buluşup, görüşmek, geçmişte yaşanan tüm acı tatlı anıları konuşmak
inanılmaz bir keyifti. “Acılar paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşılarak çoğalır.” gibi özlü
sözlerimiz ne kadar doğru. İkimiz de yaşamımızdaki pek çok şeyleri konuşmuş, paylaşmış, kuşlar
gibi hafiflemiştik… Ayrılırken sonraki buluşma günümüzü kararlaştırmıştık bile…


WEB SİTENİZ OLSUN İSTER MİSİNİZ ?

Aşağıdaki formu doldurunuz...
5 gün yayında kalacak ücretsiz sitenizi hazırlayınız...
Hazırladığınız deneme sitesinden memnun kalmanız halinde,
Hazırladığınız siteyi bizimle iletişime geçerek aktifleştiriniz.
Site aktifleştirmek için;    info@elalajans.net 

www.sitenizvar.net   /   www.elalajans.net
 info@sitenizvar.net   /   info@elalajans.net




467 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

ATATÜRK, ZÜBEYDE HANIM ve KADIN HAKLARI ANITI - 03/06/2017
Karşıyaka'nın simgesi olan anıtın yıkılması üzerine geçmişe yolculuk ve anıtla ilgili yaşanan anılar
3 KUŞAK SEVGİ - 15/05/2017
Bir anneanne anne ve torun üçgeninde şimdiki çocukların oyuncağı bilgisayar ve anneaannenin düşündükleri
23 Nisan Çocuk Bayramı'nda - 24/04/2017
23 Nisan kutlamalarıyla ilgili geçmişten acı bir esinti
METİN OKTAY - 06/02/2017
Taşsız Kral Karşıyaka Doğumlu Metin Oktay Hakkında
ÖĞRENCİ MEKTUPLARI - 25/11/2016
Başta Yazarımız Nuran Türemen olmak üzere tüm öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun
TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK ATATÜRK HEYKELİ DOĞUM YERİM ARTVİN’DE - 08/06/2016
Doğduğum Yer Artvin'e gidiş, doğduğum ev ile Türkiye'nin en büyük Atatürk Heykeli'ni görüş ve unutamayacak anılar ile İzmir'e dönüş
Kınalı Kuzular - 03/06/2016
Mehmetciklerimiz - Kınalı kuzular hakhında bir yazı
Işıklar İçinde Yatsınlar - 24/05/2016
Türkan Saylan ve Türkel Millibaş Anısına
Bir Kitabın Doğuşu 2 - 17/05/2016
Önceki yazımda kitabın doğuşundan bahsetmiştim. Bu yazımda ise kitap ile ilgili olarak düzenlenen panelde yaptığım konuşmadan bahsedeceğim
 Devamı
ULAŞIM
 Otobüs Seferleri Metro Seferleri
 İzban Seferleri
 VAPUR SEFERLERİ
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Hava Durumu
Günlük Burçlar

Günlük Burç Falınız


Saat
Takvim
Sayı 2 Sayfa 1
Mayıs Sayısı Sayfa 1
Yıldırım İnşaat

 

 

Elal Ajans
   
Küçük Avcı