• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

Siyah Kurdele                                      
Üyelik Girişi
Facebook - Twitter
 Instagram
Kategori ve Sayfalar
Namaz Vakitleri
Küçük Avcı

Yıldırım İnşaat
Elal Ajans
 
Reklam Alanları

Faydalı Linkler
Günün Sözü
Tarihte Bugün

Tarihte Bugün v.7.0
Site Haritası
sanalbasin.com üyesidir

DP GİK toplantısı öncesinde basın toplantısı düzenleyen Genel Başkan Cindoruk, 15-16 Ocak 2011 tarihlerinde Ankara’daki Atatürk Spor Salonu’nda yapılacak 10. Büyük Kongre’de Genel Başkan ve Yetkili Kurullar’ın seçimlerinin yapılacağını açıkladı

DP Genel Başkanı Cindoruk’un açıklaması şöyle:
 

“Bugün 10 Muharrem. Yani, biz gerçek Müslümanların yas günü. Hz. Hüseyin ve 72 ehlibeyt mensubunun Yezit tarafından hunharca öldürülmesinin yıldönümü. Kerbelâ şehitlerini sadece Caferi, Alevi, Bektaşi ve Mevlevi inanç sahipleri değil, biz Sünni Müslümanlar da lanetle ebediyyen hatırlıyoruz ve hatırlayacağız. Hz. Hüseyin ve ehlibeyt şehitlerini saygıyla, rahmetle tekrar tekrar selamlıyoruz.

 

Bugün oruç tutan Canların niyetlerinin kabul edilmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum. Bugün yapılan törenlere yürekten başarılar ve saygılar sunuyorum. Kendi kardeşlerimizin arasındaki bütün uyuşmazlıkların da kısa sürede sona ermesini diliyorum. Bu acı yıldönümü bize ders olmalıdır. Siyaseten de, iç huzur bakımından da kendi aramızdaki ilişkiler bakımından da. Şiddeti ve silahı reddetmeliyiz. Günümüzde hukuk ve barış adına silah kullanan, savunan ve her söylemi, görüşü silahla ifade edilmeye çalışılan bütün düşünceleri, eylem ve söylemleri Demokrat Parti olarak reddediyoruz.

 

Demokrat Parti’nin bugün, bir alanda daha haklı çıktığını görüyor. Demokrat Parti olarak son dönemde çok önemli şeyler söyledik. Siyasette fark etmek önemlidir. Sadece geçmişini yahut günün siyasetini değil, geleceğin olabileceklerini de öngörmeliyiz. Başarının, iyi bir siyasetin de temeli budur.

 

Biz, baştan bu yana gördüğümüz ve işittiğimizi değil, olabilecekleri de ifade ettik. Demokrasimizin uzun yıllar devam eden siyasi hareketlerinin belli bir süreçte Cumhuriyetin nitelikleri üzerinde tartışılır hale getirecek bir metot uygulayacağını ifade ettik. Bugün bu manzarayla karşı karşıyayız. Biraz önce ‘şiddeti reddediyoruz’ dedik, şiddeti reddederken ‘silahı reddediyoruz’ dedik. Silahı kim kullanıyorsa, kim kullanmak istiyorsa isim taraf veyahut cemaat farkı gözetmeden tümden reddettiğimizi bir kere daha altını çizerek söylüyorum.

 

Son günlerde bu hükümetin ortaya çıkardığı silahla ilgili yasayı geri çekmesi gerekmektedir. Geri bırakması yetmez. Böyle bir şeyin düşünülmüş olması bile bizim siyasi sistemimiz bakımından kabul edilebilir değildir. Az önce söylediğim gibi bu durum, manevi hayatımızın dersleri ile barışmaz. Bu tenkitlerimizin en önemlilerinden biri olmasa bile, siyasetin getirdiği bir yasa olarak reddedilmesi gereken çok önemli bir tedbir olduğunu söylüyorum. Bir özgürlük alanını daraltma hadisesi olduğunu söylüyorum.

 

“Özgürlük alanı, silahla genişletilmez”

  

Özgürlük alanını genişletme hadisesi değil, silahı ve şiddeti takviye eden, silah ve şiddeti güncel hayatımıza getiren, gençlere sirayet eden bir yasa ortaya çıkmıştır. Bu yasayı çıkarmak bir tesadüf değildir. Biz, cumhuriyet olarak silahı sadece Silahlı Kuvvetlerimizde ve güvenlik güçlerimizde görmek istiyoruz. Onun dışında bellerine silah takmış gençlerimizi, vatandaşlarımızı hukuken himaye eden bir kanunu burada şiddetle kınıyorum, reddediyorum. Bir hukukçu olarak da böyle bir kanun teklif edilmesini ayıplıyorum.

 

Başka bir şey söylemek istiyorum biz aile içi şiddete de karşıyız. Törelere dayalı şiddeti ve cinayeti reddediyoruz. Bu Kongremizde aile içi şiddetten eşini dövmekten mahkum olan kişilerin affedilseler bile Partimizin üyesi olamayacaklarına dair bir içtüzük teklifini sunacağım. Böylece, Partimiz üyelerinin şiddete, silahlı eyleme, ailede şiddete yönelmelerinin parti bakımından ne kadar reddedildiğini ortaya koymamız gerekiyor. Üyeliğini yasaklayacağız, şiddete başvuranların. Bizim şiddete değil, barışa ihtiyacımız var.

  

Şiddet, sadece ve sadece silahla yapılmıyor. Baştan beri söylediğimiz gibi, bugün yargı yoluyla şiddete başvurulduğunu görüyoruz. Bugün başlayan Balyoz Davasında emekli ve muvazzaf bir ordu yargılanıyor. Teşhisi doğru koymak gerekiyor. Orada kişiler değil, orada bir ordu yargılanıyor. Bu tâbirinin altını çiziyorum. Orgeneraller, korgeneraller, amiraller ve onlara bağlı askeri birlikten oluşan 102 muvazzaf subay. Böyle bir yargılama, 2003’te yapıldığı söylenen bir eylem planına dayalı olarak yapılıyorsa, bu bir şiddet uygulamasıdır. Yargı ile vatandaşa, Silahlı Kuvvetlere bir şiddet uygulaması hadisesidir. Bu, siyasetin orduya, siyasal saldırısıdır. Yargı organlarının buna alet edilmesinden de hepimiz üzüntü duymalıyız.

 

Dava bir iddianameye dayanır, dayanmaktadır ama, içinde vesvese varsa, kuşku varsa ve maddi vaka yoksa, davanın varlığı bu siyasal saldırıyı, şiddeti ortadan kaldırmaz. Bizim burada ikinci tespitimiz, davayı görecek mahkeme hakiminin değiştirilmesi olayıdır. Her hakim değiştirilebilir. Her yargıcın kusurları da olabilir. Yargıcın disipline tabi tutulması da gerekebilir. Ama, eğer yargıcın yargıçlık yapmasını engelleyecek bir koşul, bir neden varsa, neden Gebze Mahkemesine gönderilmiştir? Gebze’deki sanıklar, orada davası olan vatandaşlar bizim âdil adaletimizden niçin faydalanmasınlar. Eğer yargıcın gerçekten dikkate değer, kovuşturmaya konu olabilecek ağır bir itham altında olduğu söyleniyorsa, yapılacak iş yargıcın görevden uzaklaştırılmasıdır.

  

Yargıcı görevde tutuyorsunuz ve bir gün sonra bakacağı çok mühim bir davanın yargıçlığından geri alıyorsunuz. İşte bu da en az silahlı müdahale kadar bir yargıç şiddetidir, bunu da çok ayıplıyorum ve yanlış buluyorum. Bizim neden yeni Hakimler ve Savcılar Kurulu’na itirazımız var o da ortaya çıkıyor. Bizim söylediğimiz de buydu, eğer hakim ve Savcılar Kurulu bağımsız olmazsa ve onların kararları tartışma dışı tutulmazsa işte bu sonuçlar ortaya çıkar.

 

Ben bugün “evet” oyu veren vatandaşlarımızın büyük bir kısmının pişmanlık içinde olduğunu düşünüyorum. Bu davanın âdil yargılanma içinde yapılması ümidimi de muhafaza etmek istiyorum. Silivri’de, bir cezaevinde, bir mahkemenin kurulmasındaki yanlışı bir kere daha vurguluyorum.

 

“Adalet, Cumhuriyetin en büyük hazinesi”

  

Sayın Başbakan adalet sarayları yaptığını söylüyor ve adalet saraylarının yapılmasından hepimiz mutluluk duyarız. Eğer bir adalet sarayı yapımı gerçekleşmişse, Silivri Spor Salonu’nda bu davanın ve bu mahkemenin ne işi var? Eğer adalet saraylarımız varsa o adalet saraylarımız içerisinde âdil savcılarımız, âdil mahkemelerimiz olmalıdır. Adalet, cumhuriyetin en büyük hazinesidir, orası her türlü kuşkunun dışında olmalıdır.

  

Bu dava ile ilgili takip duygumuzu ve hızımızı artıracağız. Bu dava ile ilgili düşüncelerimizi sık sık söyleyeceğiz. Bu dava, sıradan bir dava değildir. Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş ve özel yıllara dayalı bir davadır. “Özel yıllar” dediğimiz, darbelerin koyduğu mahkeme yıllarıdır. Onları dışta tutarsak, barış içinde yaşadığımız cumhuriyet ve demokrasi rejiminin yaşandığı dönemlerde ne böyle bir mahkeme, ne böyle bir dava, ne böyle bir suçlama olmuştur.  2003 yılında başlamış olan bir eylemin hâlâ bugün muhakemesinin yapılmış olması da adaletteki gecikmeyi ortaya koymaktadır.

 

Buradan bugünün kıymetli tarafını ortaya koyarak, düşüncelerimi söylemeye devam etmek istiyorum. Şiddetle ilgili başlamıştık hadiseye ve devlet şiddeti ile diğer şiddet olaylarını arka arkaya dizmiştik. Başka bir şiddet olayı daha yaşadı Türkiye. Çocuk polisi, çocukları korumakla mükellef bir polis, bir aşevini bastı. O aşevinde aileleri ile birlikte, ailelerinin koruması altında olan çocuklarımızı incitti, rencide etti. Ben, buradan Çocuk Polisine şunu söylüyorum: Eğer çocuk polisi, benim bildiğim eskiden kalma, dirayetli, şefkatli çocuk polisi ise, onların hedefleri lokantalarda yemek yiyen çocuklar değil, sokaklarda aç, kaldırımlarda yatan tinerci ya da tinere muhatap olan uyuşturucu ile karşı karşıya olan kimsesiz çocuklarımızdır, yalnız çocuklarımızdır. Çocuk polisinin şefkati, o çocukların üzerine eğilmelidir. Yoksa ebeveynlerinin himayesinde ve korumasında olan çocukları, Çocuk Polisi’nin koruması ciddi bir şiddet olayıdır ve bir iktidarın zihniyeti hadisesidir.

 

Çocuk polisinin veya çocuk örgütlerinin yaptıkları işlemlerden önce iktidarlar sorumludur. İktidarlar bu sorumluluğu paylaşmalıdır. En azından Sayın Başbakanın da bu olayın yanlışlığı konusunda kendi çocuklarını, torunlarını düşünerek bir söylemde bulunmasını beklerdim. İnanıyorum ki, bu bir mevzi hadise kalsın ama, ne yazık ki, son Eskişehir’den aldığım bir haber bunun yaygın halde devam ettiğini gösteriyor.  O nedenle polisimize çok dikkatli olmasını tavsiye ediyorum. Çocuk ıslah hadisesinin önemini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Bu hadise zamanla çocukların morallerini bozar, aileleri ile olan ilişkilerinde onları çok dikkatli biçimde korumak isteyen aileleri ile ilişkilerine olumsuzluk ekler.

 “Yumurta Savaşı’nda, gençlerin tarafında olamayız”   

Şimdi yine bir başka şey eklemek istiyorum. Üniversitelerdeki hadiselerde biz tarafsız gözle bakıyoruz. Geçmişte bu hadiselerden zarar görmüş iktidarlarız. Elbette yumurta savaşında gençlerimizin tarafında olamayız. Elbette gençlerimizin isyanlarını, itirazlarını hukuka uygun yapmalarını tavsiye ve talep ederiz ama, ortada bir başka hadise var. Dün özellikle Ortadoğu Üniversitesi’nde yaşanan olaylar, polisin aşırı güç kullanmasının ötesinde, şiddet kullanması hadisesidir. Bu, aşırı güç değildir, bu gençlerimize karşı şiddet uygulaması hadisesidir. Az önde söylediğim şiddet unsuru burada da gözükmüştür.

 

Deneyimlerime dayanarak söylüyorum, öğrenci olayları anız yangınları gibidir. Anız yangınları gibi hızla büyür ve sirayet eder. Bunları durdurmakta zorlanırsınız. Bu zorlanma karşısında da siyasi hayata kadar intikal eden büyük yanlışlar ve olaylar ortaya çıkar. Önünü almanızı tavsiye ediyorum.

  

Şimdi burada bir başka şey tavsiye etmek istiyorum, İçişleri Bakanı’nın bu konudaki düşünceleri bir üniversite profesörüne yakışmayacak biçimdedir. Duygusaldır ve diktatörlüğü temsil eden bir İçişleri Bakanı gibi konuşmaktadır. Bu hadise hepimizi yaralamıştır ama, görüyorum ki, bu hadiselerin toplamı İçişleri Bakanımızı üzmemiştir bile. Haklılığını ispat etmek için, kendisini korumak için bunu konu yapmaktadır. Aynı şekilde Adalet Bakanı da çok yıpranmıştır. Son hadiselerde Adalet Bakanı çok özel biçimde adalet kurumuna, yargıçlarımızın kimlik ve kişiliklerine baskı kurmuştur.

  

Ulaştırma Bakanı için de aynı şeyler söylenebilir. Son zamanlarda elindeki büyük gücü siyasi baskı aracı olarak kullanmaktadır ve daha da vahimi, özellikle bölünmüş yollar konusunda taraflı bir tempo tutturmuştur. Yani, bu üç bakan da seçimlerde etki yapabilecek, önemli ölçüde tarafsızlığını yitirmiş siyasi kişilerdir. O nedenle Anayasamızın 114. Maddesindeki bu üç bakanın seçimler başlamadan önce, bağımsızlar tarafından yönetilmesi maddesinin işletilmesini diliyorum. Bütçe müzakereleri bittikten sonra bu üç bakan gerçekten tarafsız bakanlarla değiştirilmelidir. O zaman bu gerginlikler, bu şiddet, bu tansiyon büyük ölçüde yavaşlayacak ve belki de bir kısmı ortadan kalkacaktır.

  

Önemli olan şudur: bu bakanlıkların değiştirilmesini ortaya koyan anayasa değişiklikleri, 1961 Anayasası’ndan beri var ve başarı ile tatbik edilmiş, iyi sonuçlar vermiştir. Burada, zaman önemlidir. İki ay sonra yapacağın yerde, yılbaşından itibaren yaparsanız, bu olaylarla ilgili hükümet üzerinden bir yük atmış olabilir.

 

Başka bir şey daha söyleyerek sözlerimi bitirmek istiyorum. Gergin bir Türkiye yaşıyoruz. Hepimizin gördüğü gibi bu gerginliği Sayın Başbakan söylemleriyle, icraatıyla ortaya koyuyor. Biz barışçı bir siyaset tatbik ediyoruz. Ekonomide ve siyasette barışı temsil ediyoruz. Ona rağmen bu barışın taraflarından biri olmak için siyasi imkânlarımız Parlamentoda olmadığımız için kısıtlı. Parlamentoda olan hükümete ve hükümete karşı olan Anamuhalefet Partisi ve diğer muhalefet partisinin ve bir başka partimizin bir araya gelerek yaklaşmakta olan seçimler için rasyonel tedbirler almasını tavsiye ediyorum. Aksi takdirde bu şiddete dayalı hükümet siyasetinin karşıtlığı ve o hükümet siyasetinden doğan sonuçlar gelecek seçimleri çok tartışılır, yanlışlarla dolu hale getirebilir. YSK’nın hakemliği yeterli olmayabilir, o nedenle barışı tavsiye eder ve barış için bizim gayretlerimiz, tavsiyelerimiz dışında hükümet partilerinin de uzlaşarak, anlaşarak Meclis’te bir barış ortaya koymalarını diliyorum.

 

“İleri demokrasi, ileri hukuk düşüncesi ile olur”

  

Son bütçe müzakerelerinde böyle bir barış ortaya çıkmadı. Başbakan oradaki konuşmaları içerik itibarı ile, imkanları ortaya koyması itibarı ile bir hükümetin kendisini savunması sınırlarını aştı. Başbakan geçmişimizi kötüledi, hafife aldı, Türkiye Cumhuriyetinin ortaya koyduğu eserleri yok saydı. Bir yeni milat ve takvim koydu. Sekiz sene içerisinde Türkiye’nin bütün bu işleri yaptığını, ekonomik bütün verileri kendilerinin düzelttiğini, kendilerinin yolları, barajları, köprüleri sıfırdan yaptığını ifade etti. Sanki, yeniden bir devlet kurdu. Sanki, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllarca yaptığı o büyük barajlar, otobanlar, otoyollar, limanlar, üniversiteler yokmuşçasına davrandı ve Türkiye’yi sıfıra getirdikten sonra kendilerinin alıp götürdüğünü söyledi. Biz, onların yaptıkları işi saygıyla karşılarız, başarılarını da överiz, destekleriz ama, ekonomide yüzde 0,6 büyüme gerçekten önemli bir başarıdır. Ama, ekonomideki büyüme demokraside büyüme mi? Ekonomide büyüme, insan haklarında büyüme mi? Demokraside ve insan haklarında, anayasada büyüme, ekonomideki büyüme ile orantılı mı? Öyle olsa, Çin, İran bugün demokrasiye geçmiş olurlardı. Onun anlamadığı şey, ileri demokrasinin ancak ve ancak ileri bir anayasa ile ortaya konulabileceği. İleri bir hukuk düşüncesi ile Türkiye’nin ileri demokrasiye kavuşabileceği düşüncesidir. Bu başbakan ve bu hükümet bu anlayışta oldukça, Türkiye’deki demokrasi, geri demokrasi kalmaya mahkûmdur ve bu mahkûmiyeti de ancak seçimle aşabilir.

 

“15 Ocak 2011’de Kongre’ye gidiyoruz”

  

Son söyleyeceğim şu: Biz, bugün bir olağan parti kongresi yapma kararı alacağız. Dün Başkanlık Divanımız bu kararı aldı. Bu kararı alırken de gayet gönül ferahlığı içerisinde çok dikkatli biçimde yapılmış kongrelerimizi gözden geçirerek, partinin varlığını dikkate alarak, rahatlıkla ve gönül huzuruyla 15-16 Ocak 2011 günleri Ankara’daki Atatürk Spor Salonu’nda Kongremizi yapacağız. 10. Büyük Kongre’de, başkan ve yetkili kurullarımızın seçimi yapılacak.

 

Manzaramız şudur: Demokrat Parti’nin vatandaşlık numarası almış bir milyon üyesi vardır. Demokrat Parti 79 ilde kongresini yapmıştır. Diyarbakır ve Hakkari’de de örgütleri vardır ama, henüz kongre aşamasında değildir. Onlar da önümüzdeki günlerde yapılacaktır. Bütün ilçelerde varız, bütün ilçe kongrelerimizi yaptık, beldelerde varız.

 

Bizim dönemimizde yapılan iki belediye seçiminden Kars’ta olanını kazandık, Bursa’da olanda, üçüncü parti olduk ama, Bursa’dakinde bir noktanın altını çizmek istiyorum, orada hükümet bütün ağırlığını koydu. Bir bakan geldi, bir vaatte bulundu, 1400 seçmenli bir kasabamızda bir takım vaatlerde devlet adına bulundu ve geldi, bunları da belediye başkanı kazandıktan sonra teslim etti. Bu, tam bir siyasi rüşvet hadisesidir. Kullanılmış da olsa, o araçları devletin bakanının, rüşvet karşılığı getirip oraya vermesini, Türk demokrasisinin bir yanlışının devam ettiğini söylüyorum. Çünkü geçmişte bu yanlışlıklar yapılmıştır. Bir referandumda yüzde 70 hayır oyu vermiş belde halkını, beldenin çıkarları veya kendi çıkarları için satın alma işlemidir. Ben oradaki seçmenlerimizin bunu saf duygularla yaptığı için kendilerine bir kusur görmüyorum. Günü geldiği zaman yine bizim çocuklarımız, bizim arkadaşlarımız, seçmenlerimizdir gerekli oyu kullanacaklardır. Bir iktidarın, bir belde seçimini kazanmak için demokratik seçim şartlarını, haklı rekabet şartlarını aşarak devlet organının imkânlarını kullanması bir yöntem olarak ortaya konulmamalıdır. 

 

Bu parantezi burada kapatıyorum ve O bakanı da siyasi açıdan yalnız kalmaya mahkûm bir siyasetçi olarak görüyorum ve onu bu hareketi takip edecektir siyasi hayatında. Demokrat Parti’nin ilçe ve il kongrelerinden elde ettiğimiz sonuç şudur: Demokrat Parti sessiz sakin, derinden örgütlenmiş, seçime hazır bir hale gelmiştir. Biz, Kongremize, başarılı bir parti teslim ediyoruz. Bütünleşmiş, Anavatan Partisi’ndeki arkadaşlarla içsel olarak da bütünleşmiş, düşünce olarak da bütünleşmiş bir parti programı etrafında birleşerek, Kongreye gidiyoruz. Kongremizde sanıyorum ki, en iyi sonuç alınacaktır. Genel Başkan’ın kim olacağı konusu dahil, her konuyu, herkesle tartışmaya hazırız. Bizim istediğimiz Genel İdare Kurulu ile, Genel Başkan yardımcıları ile il başkanları ile bir kadro partisini ortaya koymaktır. Bir de bu güzel programın etrafında her meseleyi düşünmüş, taşınmış AR-GE’si ile hazırlamış bir siyasi hedef ortaya koyacağımızı sanıyorum. O hedefle Türkiye demokrasisine önemli hizmetler yapacağız. Bu parti kongresinin başarılı geçeceğine inanıyorum, o kongrede uzlaşma içinde, uyuşma içinde önemli kararlar alacağımıza inanıyorum.

 

Önümüzdeki günlerde yapılacak CHP kurultayının da başarılı olması dileğiyle selamlıyorum, başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere orada görev alacak arkadaşları, görevli siyasetçilere de uzun başarılar diliyorum. CHP’nin de uzlaşma ile bir kongre yapmasını arkadaşlarım adına, yürekten diliyoruz ve hayırlı olsun diyoruz.”

  

SORULAR-CEVAPLAR

  

Soru: 15-16 Ocak tarihinde Olağan Kongre’ye gidiyorsunuz; başkan adayınız kim olacak, gönlünüzden geçen isim kim. Geçen gün Sayın Demirel’in evinden çıkarken, Tansu Çiller ismini zikrettiniz, bu konuda bir netlik var mı? 

 

Hüsamettin Cindoruk: Ben Partinin Genel Başkanı olarak taraf tutamam ama, Sayın Çiller, benim eşimin sınıf arkadaşı. Ayrıca, bizim kuşağın kadın siyasetçilerinin en önemlisi. 1993’te genel başkanlık seçiminde onu destekledim. Ben, Meclis Başkanı olarak görev yaptım. Tansu Çiller’in başkanlığına karşı çıkacağımız dedikoduları yanlıştır. Bir demokrat kimlik ve kişilik istiyoruz. Demokrat Parti gerçekten demokrattır, kim isterse gelsin ve aday olsun. Kongre delegelerinin kararlarına hepimiz saygılıyız. Ben onların bilincine de inanıyorum. Çok bilinçli, tecrübeli, çok dikkatli bir Kongre olacaktır. En iyisini seçecektir. Benim, kimseye karşı bir itirazım olamaz, çünkü o zaman Kongreye itiraz etmiş olurum. Kongre kararlarına saygı duymaz olurum, ben Kongre kararlarına saygılıyım.

 

Soru: Bu çerçevede Sayın Çiller ile bir temasınız oldu mu?  Telefonla ya da başka şekilde? Sayın Çiller şu anda nerede?

 

Hüsamettin Cindoruk: O soruyu ben de size sorayım. Benimle bir teması yok ama, ben de gazetelerde okuyorum ve kendisinin genel başkan olmasını isteyen arkadaşlarımız var. Onlar herhalde temas ediyorlar. Ama dediğim gibi, bizim kuşağın seçkin kadın temsilcisidir.

 

Soru: Eğer tabanın ve parti yönetiminin üzerinde mutabakat sağlayacağı bir aday bulunamaz ise, yeniden genel başkanlığa adaylığınızı koyacak mısınız?

 

Hüsamettin Cindoruk: Ona, Kongre karar verir. Bazı kararlara Kongreler karar verir ama, bildiğim bir şey varsa, hiçbir parti genel başkansız kalmadı, bugüne kadar. Bizim Partimiz de genel başkansız kalmaz. En iyisini bulur, seçeriz. Partiler, cami avlusuna bırakılmaz, zorlukla kurulur. Bir milyon üyesi olan bir siyasi partiyi temsil eden Kongre delegeleri gereğini yapacaktır, onlara ben güveniyorum.

 

Aslında ANAP’tan gelenlerle birlikte üye sayımız iki milyonun üzerinde ama, Cumhuriyet Başsavcılığı vatandaşlık numarası istiyor. Bizim üyelerimizin büyük bir kısmı eski üyeler. Onların vatandaşlık numaralarını buldukça sayıyı artırıyoruz. Yeni bilgisayar yöntemleriyle, yeni elektronik sistemlerle onlara ulaşmaya devam ediyoruz. O sayı giderek artacaktır.

  

Ben, övünmekten hoşlanmam ama, bugüne kadar en deneyimli, en köklü, en geniş örgüte sahip parti, Demokrat Parti’dir. Şu anda 160’ın üzerinde belediye başkanımız var. 70’e yakın il genel meclisi üyemiz var. Partide kayıtlı 400’ün üzerinde eski milletvekilimiz var, bakanlar var, genç arkadaşlar var. O genç arkadaşlarımızı burada görüyorsunuz. Profesör olanlar var, siyasette önemli hizmetler vermiş arkadaşlarımız var. Sağımda, solumda oturuyorlar. Parti Genel Başkanı biraz yaşlı ama kadrosu genç, merak etmeyin. Biz, bu devleti bugün teslim alsak, birbirinden güzel beş tane hükümet çıkarırız.

  

Tabii, insanlar farkında olmalı, hayat hikâyelerinin farkında olmalı. Hepimizin bir hayat hikâyesi var ve o hayat hikâyesinin getirdiği de bir yaş var. Ben, onların hepsinin farkındayım ama, az önce söylediğim gibi Partiyi açtık, birleştirdik, yerleştirdik, birbirinden güzel programlarlar yaptık.

 

Bir şeyi iddia ediyorum, bugüne kadar yanlış bir şey söylemedik, tartışma konusu olacak hiçbir hareketin içinde olmadık. Parti, zaman zaman yüksek basınımızdan eleştiriler aldı ama, Partinin niceliği, niteliği için bir eleştiri almadı. Demokrat Parti’nin 1946’dan beri getirdiği disiplin içinde olduk.

 

Demokrat Parti, yara almadan tarafımızdan Büyük Kongre’ye götürülüyor ve o güzide Kongre göreceksiniz büyük ve görkemli bir kongre olacak, Türkiye’nin ümidi haline gelecektir. Biz, ekonomik ve siyasal ümidi temsil ediyoruz.

 

Soru: Sayın Çiller’in gelişine, Sayın Demirel ne der, destekler mi?

 

Hüsamettin Cindoruk: Sayın Demirel muhalefet ettiğini söyleyecek olsa, kendisi söyler. Öyle bir muhalefeti yok. Sayın Demirel siyaset dışı ve bizim partimizin üstü bir yerde, bizim liderimiz. Zaman zaman gidip fikrinden istifade ediyoruz, saygı duyuyoruz. O, çok dikkatli bir siyasetçidir, partinin içişlerine karışmamaktadır, karışmamaya da devam ediyor. Bildiğiniz gibi Sayın Demirel bir şey söylemek isterse, sizleri arar bulur ve sizlere ulaşır söyler. O’nun adına bir şey söylemek istemiyorum. Bu soruyu, kendisine sorun. Biliyorsunuz, telefonları açıyor.

 

Soru: İlhan Kesici DP-ANAP birleşmesinin ardından tabanda ciddi anlamda yer buluyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

Hüsamettin Cindoruk: Onu Sayın Kesici’ye sormak gerekiyor. İlhan Kesici, bizim çok sevdiğimiz bir arkadaşımız dostumuz, aynı partide görev yaptık. Ama, CHP’den istifa ettikten sonra bir parti tercihi yapmadı. Parti tercihi yapsa, bu soruya daha kolay cevap verebilirdim. İlhan Kesici bir bağımsız milletvekili, bu soruyu İlhan Kesici’ye ben sormanızı rica ediyorum.

 

Soru: “Biz, limitimizi doldurduk” demiştiniz, Sayın Çillerin limitini ne durumda görüyorsunuz?

 

Hüsamettin Cindoruk: Sayın Çiller’le ben, siyaset yaptım hatta önünü de açtım. 1993’te Sayın Çiller bana geldi, “Siz adaysanız, ben aday değilim” dedi. Ben aday olmayarak, O’nun xönünü açtım. Sayın Çiller’le bizim aramızda siyasi bir ortak geçmiş var. Buna saygı duyuyorum. Bizim kuşağın bir temsilcisinin tekrar siyasete dönmesinden sevinç duyarım. Ama, o onun kararı. Ben, kimseye bu konuda bir teklifte bulunmadım ama, kimseye de karşı değilim. Net söylüyorum; hepimizin uzun yıllar siyaset yapan insanların, sırtımızda yükler vardır, bagajlar taşırız. Onlarla beraber siyasete yeniden gelmek isteyenler buyururlar gelirler.

Gazete arşivlerini açtığınızı zaman, Meclis tutanaklarını açtığınız zaman, onlar çıkıyor. Son bir Kayseri Olayı çıktı.

Soru: Mesut Yılmaz, Çiller’in adaylığına nasıl bakıyor?

 

 

Hüsamettin Cindoruk: Karşı çıksaydı söylerdi.

 



398 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
ULAŞIM
 Otobüs Seferleri Metro Seferleri
 İzban Seferleri
 VAPUR SEFERLERİ
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451932.5820
Euro34.798834.9382
Hava Durumu
Günlük Burçlar

Günlük Burç Falınız


Saat
Takvim
Sayı 2 Sayfa 1
Mayıs Sayısı Sayfa 1
Yıldırım İnşaat

 

 

Elal Ajans
   
Küçük Avcı